Şeytanla sohbet -1
Umre dönüşü
Yılmaz Bey, Ramazan’ı geçirmek güzel bir şekilde ihya etmek
için her sene olduğu gibi bu sene de umreye gitmişti. Bayramı Mekke’de
geçirdikten sonra uçakla İstanbul’a dönüyordu. Yüzünden tatlı ve huzurlu bir
gülümseme vardı. Bir ay ne çabuk geçmişti, biraz da mahzun ve dalgındı. Yanında
oturan adamı fark etmemişti. Birden oturduğu koltukta kemerini bağlamak için
soluna döndüğünde irkildi. Kırmızı takım elbise giymiş biri oturuyordu. Allah
Allah diye şaşırdı. Umre dönüşü, herkes ya beyaz entari ile ya da beyaz umre
elbiseleri ile dönerken bu adam niye böyle kırmızı takım elbise giysin ki. Bir
anlam veremedi. Yanındaki kırmızı takım elbiseli adam konuşmaya başladı.
-Merhaba, Umrenizi Allah kabul etsin. Ne kadar şanslısınız.
Türkiye’de 80 milyon insan var ama sizler oraya giden çok az binlerce kişiden
birisiniz. Bir ay boyunca kim bilir ne kadar çok ibadetler yaptınız oralarda?
Yılmaz Bey, şaşırmıştı ama hoşuna da gitmişti bu
sözler. Doğru ya topu topu bu sene umreye
gelen kaç kişi vardı ki. Mekke’de bulunduğu sürece hemen hemen her hafta umre
yapmıştı. Her gün mutlaka her namazdan önce ve sonra tavaf yapmıştı. Hele hele
Ramazanın son on günü teheccüd namazlarını da hiç bırakmamıştı. Yanındaki kırmızı takım elbiseli adama
dönerek, birazda tevazzu içinde şöyle konuştu:
- Bu benim 15.gelişim. Her sene geliyorum. Her sene çok
kalabalıklaşıyor ama ben her sene geldiğim için artık iyice uzmanlaştık
sayılır. Hemen hemen her gün hacerül esved taşını öpmek nasip oldu. İlmini öğrendim
artık nasıl öpüleceğini biliyorum.
Uçak hareket etmişti ama Yılmaz Bey, konuşmasını hala
sürdürüyordu. Orada yaptığı hayırları, ibadetleri tek tek anlatıyordu. Ne kadar
cömert olduğundan, Mekke ve Medine’de hizmet edenlere her gün sadaka olarak
para verdiğinden, iftar saatinde tavaf sırasında durup hurma ve zem zem ikram
ettiğinden detaylıca bahsetti. Tabi bunları anlatırken ismini söylemiyor. Mütevazılık
olsun diye fakir şunu yaptı, fakir bunu yaptı diye tevazu gösteriyordu. Yılmaz
Bey, konuşurken de kırmızı takım elbiseli adam gülüyor ya demek öyle. Ne güzel,
ne güzel diye onun daha fazla anlatması için teşvik ediyordu.
Bir ara namaz saati geldiği için hostese çağırıp namaz kılması gerektiğini
söyledi. Hostesin izin vermemesine rağmen onların çalışma alanının olduğu yerde
zorla namazını kıldı. Oturduğu yerde kılınabileceğini söylemesine rağmen Yılmaz
Bey hostesi azarladı. Olur, mu, hiç namaz geçirilir miydi? Kırmızı takım
elbiseli adam da onu teşvik etti. “Tabi ki canım hadi kıl, diğer insanlar rahatsız
olursa olsun sen namazını kılacaksın elbette, dedi.
Yılmaz Bey, namaz sonrası umrede yaptıklarını anlatmaya
kaldığı yerden devam etti. Bir defasında yaşlı ve şişman bir adama nasıl yardım
ettiğini anlatı. Aslında buraya gençken gelmek lazım gelinmeli diyerek, yaşlı
gelenleri eleştirdi. Sonra onun birçok
arkadaşı olmasına rağmen umreye gelmediklerini hâlbuki imkânları var ama
gelmiyorlar diye onlardan sitemle bahsetti. Yine İstanbul’daki komşularının
duyarsızlığından da bahsetmeyi unutmadı. Eskiden umreden gelenleri ziyaret
olurdu. Hâlbuki eski komşuluk kalmadı ki, şimdi sadece merdivenlerde görüp
sadece kuru bir hoş geldin deyip gidiyorlardı. Hâlbuki gelip hurma zemzem
ikramı almaları gerekiyordu. Hem kendisi hurmanın en kalitelisini almıştı. İçi
bademli, cevizli ve Hindistan cevizini de kendisi koyuyordu.
Sonra birden uçağın İstanbul için alçalmaya başlıyoruz
deyince şaşırdı. Aaa ne çabuk İstanbul’a gelmişlerdi. Yanındaki kırmızı takıl
elbiseli adama dönerek ama siz hiç konuşmadınız. Siz kimsiniz dedi. Kırmızı
takım elbiseli adam gülerek:
-Bende izinden dönüyorum. Bir aydın izindeydim.
Çalışamıyordum. Bu süre içerisinde gelirim de yoktu. Ama artık izin bitti.
Sizin sayenizde de bir ayın karşılığını 2 saat gibi kısa sürede sizden
fazlasıyla aldım, dedi.
Yılmaz Bey’in şaşkın bakışları arasında konuşmasına devam
etti:
“ Ben şeytanım. Yaptığınız ibadetleri o kadar güzel
anlattınız ki, ballandıra ballandıra kendinizi Yüce Yaratıcının yerine koyup,
sevabını da kendiniz tayin ettiniz ki zaten bu benim tam istediğimdi. İnsanları
ibadetlerini süslerim ki onlar da gurura kapılsınlar. Böylece amelleri boşa
gitsin. İşte senin sayende bende tekrar görevimi yapmış oldum. Sen aslında kötü
birisin, kötü fiiller sergiliyorsun, ama ben sana onu öyle bir süslüyorum ki,
sen o fiili iyi bir şeymiş gibi yapmaya devam ediyorsun. Kötü olanı iyi görmeye
başlıyorsun. Zorluklar karşısında Allah’a boyun eğmemek bile çekici geliyor
sana. Kibirli olduğun için kendinle gurur duyacak hale geliyorsun. Başlıyorsun
Allah’a inananları aşağılamaya. Hâlbuki Hucurat Süresinin 7.ayetinde geçen
mesajı anlasaydın benim oyunuma gelmezdin: “ Allah, imanı size sevdirmiş ve
onu gönüllerinizde süslemiştir. Ve size küfrü, kötülüğü ve isyanı çirkin
göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır.”
KISACA :
Neml Suresi, 24 “
Şeytan onlara, yapıp ettiklerini süslü gösterip onları yoldan saptırmış. Artık doğruyu
bulamazlar.”
Nahl Suresi, 63: “Yemin
olsun Allah’a ki, senden önceki toplumlara da elçiler gönderdik de şeytan
onlara amellerini süslü gösterdi. Artık o gün
onların dostu o olacaktır. Onlar için acı bir azap vardır.”
Fussilet Suresi, 25: “Biz onları birtakım dostlarla
çevreleyip sardık da onlar, önlerinde ve arkalarında ne varsa bunlara süslü
gösterdiler. Kendilerinden önceki cin ve insan ümmetleri için hak olan söz,
bunlar aleyhine de hak oldu. Çünkü bunlar, hüsrana uğrayanlardı.”