Sezai Karakoç'un Bize Ne Söylediği Beyanındadır
Ahmet Hamdi Tanpınar, “Kim olursak olalım, nasıl yetişirsek yetişelim, hayat tecrübemizin mahiyeti ne olursa olsun, bizim ağzımızdan hâlâ okuduğumuz Frenk kitapları konuşmaktadır. Tıpkı bizden öncekiler gibi.” diye yakındığı mesele bizim de içinde bulunduğumuz Batılı olmayan toplumların bugün en önemli sorunlarından biridir. Çünkü bu mesele özellikle günümüz eğitiminde sık sık vurgulanan üst biliş / kendini bilme [metacognition] kavramının odak noktasını teşkil eder.
Eleştirel düşünmenin üst basamağı
olan bu seviyeye ulaşamayan bireyler anlama / kavrama ve düşünme biçimleri
bakımından ciddi sorunlara sahiptir. Bunun bir sonucu olarak bireylerin ve dolayısıyla
toplumların kendilerine güven duygularının da azaldığını hatta kaybolduğunu
bile söylemek mümkündür.
Sezai Karakoç, tıpkı üzerine
inceleme yazıları yazdığı Mevlana, Yunus Emre ve Mehmet Akif gibi bize kendimizi
bilme / tanıma veya başka bir ifadeyle “kim olduğumuz” bilgisini hatırlatan
şair mütefekkirlerin son halkasıdır.
Karakoç pek çok şiirinde olduğu
gibi “Çocukluluğumuz” adlı şiirinde de ait olduğumuz medeniyetin kodlarını açıklamıştır.
Bu şiirdeki
Annemin
bana öğrettiği ilk kelime
Allah,
şahdamarımdan yakın bana benim içimde
Annem
bana gülü şöyle öğretti
Gül,
Onun, o sonsuz iyilik güneşinin teriydi
Annem
gizli gizli ağlardı dilinde Yunus
Ağaçlar
ağlardı, gök koyulaşırdı, güneş ve ay mahpus
mısralarıyla birlikte şiiri devamında
babasının Hz. Ali Cenkleri’ni okuduğunu ve çocuk muhayyilesinde bu hikâyelerin
canlandığını söyler. Karakoç şiirin sonlarında ise ümmetimuhammedin müşterek
duygularını dile getirir:
Kaleler
kuşatırdık, bir mümin ölse ağlardık
Fetihlerde
bayram yapardık
İslam
bir sevinçti kaplardı içimizi
Peygamberin
günümüzde küçük sahabileri biz çocuklardık
Bediri,
Hayberi, Mekkeyi özlerdik, sabaha kadar uyumazdık
Bu mısralar medeniyet şairimizin
İslam medeniyetine nasıl dâhil olduğunu ve olunması gerektiğini de anlatır. Şairin
diğer şiirlerinde de bunun izleri / yansımaları görülebilir. Karakoç’un özellikle
“Diriliş Neslinin Amentüsü” adlı eseri tam olarak “bizim kim olduğumuz” sorusuna
cevap mahiyetindedir. Aslında mezkûr sorunun cevabını yukarıda zikrettiğimiz
şair mütefekkirlerimizden başka kalem erbaplarında da bulabiliriz. Mesela Yahya
Kemal, Peyami Safa, Necip Fazıl, Nurettin Topçu bunlar arasında sayılabilir.
Ancak bu bahiste cevap vermemiz gereken bir soru daha var.
Bu soru “bizim kim olmadığımız” üzerinedir.
Aslında bu, öncekiyle birlikte veya onun devamı niteliğindedir. İddiamız odur
ki, Sezai Karakoç, mezkûr mütefekkirlerden farklı olarak bu sorunun da cevabını
da vermiştir.
Medeniyet şairimiz, “Ağustos Böceği
Bir Meşaledir” başlıklı şiirinde Fransız şair ve yazar La Fontaine’in “Ağustos
Böceği ile Karınca” adlı fablındaki bakış açısının karşısına kendi medeniyetimiz
çerçevesinden bir bakış ortaya koymuştur. Karakoç, mezkûr şiirde karıncayı
incitmeden ağustos böceğinin hakkını koruma yoluna gitmiş ve bir metafor
olarak, bu böceği, özgürlüğün sembolü ilan ederek maddeperestliğe karşı
çıkmıştır.
Sezai Karakoç’un bu şiirde
“ağustos böceği” üzerinden hem kim olduğumuzu hem de kim olmadığımızı dile
getirmiştir. Medeniyet şairimizin bu şiirde karşı çıktığı veya başka bir
deyişle bizim kim olmadığımıza ilişkin söylediklerini şöyle özetleyebiliriz:
1.
Sizler
gibi faydacı ve çıkarcı değiliz.
2.
Bir
şey yaparken karşılık beklemeyiz.
3.
Özgürlüğün
sesi olarak ürkmez ve korkmayız.
4.
Siz
gerçeklik taslarken biz hep gerçeği ararız. Gerçeği aramağa çağırır, gerçeği
yaşarız.
5.
Siz
önlem alırken biz iyiyi ve güzeli yaşarız.
6.
Sahteci
değiliz, acımasızca alay etmeyiz.
7.
Ölümden
korkmayız: “Titremeden geçeriz gündüzden
geceye”.
Sonuç olarak Karakoç’un ağustos
böceği gibi ilginç bir böcek
üzerinden dile getirdiği, Nurettin Topçu’nun ise “yaşama derdi yerine yaşatma
derdini gaye edinmek” diye özetlediği bilgi, kendimizi bilmemiz / eleştirel
düşünebilmemiz için son derece önemlidir.
Not: Ağustos böcekleri üzerine yapılan
araştırmalar böceğin ilginç özelliklere sahip olduğunu gösteriyor. Mesela bu
hayvanların yer üstündeki yaşam süreleri sadece 4-6 hafta. Bu kısa sürede hayvanlar
eşleşip yumurta bırakıyor ve ölüyor. Yavruları yumurtadan çıkıp toprağın altına giriyorlar. Yeni yavrular yeraltında
bitki köklerindeki özsuyunu emmek suretiyle 13 veya 17 yıl yaşıyor ve yeryüzüne
çıkış başlıyor. Döngü bu şekilde. Kuşlar, sincaplar, balıklar, tilkiler,
yarasalar, köpekler, kediler vb. pek çok hayvan bunları yiyor. Periyodik ağustos böcekleri kaçmıyor,
ısırmıyor, sokmuyorlar ve zehirsizler. Hayvanların kolay avladığı lezzetli
canlılar. (S.
Pirge, Ağustos Böceğinin Sırrı, Atlas, 31.01.2020)