Sıla

-Ruzame; Kelime Günlüğü'nden-

Her şeyin zıddı ile fark edilir olduğu, her gün temsilleriyle defalarca karşılaştığımız bir gerçeklik. Görünen görünmeyen her şeyin manasını kavrayabilmek, karşıtlıklarını keşfetme çabasıyla mümkün. Daha doğrusu insanın ihtiyaç duyduğu, sorgularını sonlandıran ispatın en kestirme yolu o keşiften geçiyor.

İçimizde çatışan her şeye sahip değiliz aslında. Bazıları yerleşik bazılarıysa geçici… ve biliyoruz ki yaradılışımız gereği bize iyi gelenler olumlulardır. Olumsuz duygu, durum ya da gidişatlar, aslında fıtratımızla devamlı savaş halindedir ve buna rağmen, bize vereceği zararın belki de hiç farkında olmadan, zaman zaman zorlayarak da olsa olumsuzlara dahil oluruz, onlar da bize dahil olur. İnsanoğlunun kendine nasıl zulmettiğine dair bir manzara kaydıdır bu da.

Mayamız topraktan. Zaten bütün renklerin karışımıyla renklenmiş, yeryüzünün kimi yerlerinde bazı ana renkler daha baskın çıkmış bin bir çeşit kahverengilerle boyanmıştır toprak. İçeriği de rengi gibi zengindir. Toprağın arkaik mazisi ya da başlangıcı taş olarak bilinse de, taşın içinde kısıtlayarak sıkıştırdıkları, toprak haldeyken genişler, hava boşluklarıyla nefes alır; mikro organizmalardan daha büyük canlılara, minerallerden vitaminlere ve bir canlıya can katacak her tür teminle donanmış hale gelir. Bu canlandırıcılığın içindeki terkibin dünya yolculuğumuzdaki çeşitlilikle de ilgisi olsa gerektir.

Toprağın yurt olma vasfı var. Bir araya getiriyor, himaye ediyor, besliyor, zenginleştiriyor, hazırlıyor. Bizi toprağa yakın tutan da içimizde şifrelenmiş bu ortak haller. Çünkü toprağın bu terkibini gözlemeye, içinde olmaya, bir parçası olmaya ihtiyaç duyuyoruz. Ondan uzakta kalmak, kim olursak olalım yıpratıyor, katılaştırıyor ya da dengemizi yitirmemize sebep oluyor. Bir parçamız olunca hayat yolculuğunda bize hakikatimizi hatırlatan bir cüz oluyor nitekim. Dönüp dönüp bakmamız halinde üstümüze yapışanlardan arındığımızı hissetmemiz, duygusal bir devinim hali değil. Asla yaklaştıran bir hatırlama…

Dünyada bize eşlik edenlerin değişmezliği körleştiriyor. Şartların iyi ya da kötü oluşu üzerinden algıladığımız maddi dünyada, genelde mevcutların başka şartlara nispet açığa çıkan nitelik ve nicelik gerçekliğini sık sık unutarak devam ediyoruz yola. Zira tefekkürsüz bir farkındalığa imkân yok. O tefekkür maziden, dahası ilk halden bugüne yapılan bir yürüyüş olduğunda gününün değerini, ona kattığı değeri, yapabileceklerini ve yapması gerekenleri anlıyor insan.

Tefekkür bir manada, bugünün akıl, fikir, oluş tecrübesiyle geçmişe de bir yürüyüş sayılmalı bu yüzden. İnsanın kendi toprağına yürüyüşü… Uzaklaşmış olsa, terk etmiş gibi görünse bile…

İmam Gazalî, “Dünya gölgeye benzer. Gölgeye baktığın zaman onun sakince durduğunu zannedersin; halbuki o devamlı hareket etmektedir. İnsan ömrü de böyledir; devamlı, yavaş yavaş akar gider, her an eksilir.” diyor. Farkında olmadan geçip gideni seyrettiğinin bile farkına varamayan insana, gidişatı hissettiren hatırlatıcılar gerek. Aslından mümkün mertebe uzaklaşmadan sağlam yürüme gayretine eşlik etsin diye…

Ondan insanın kendine yürüme gayreti… Yani sılasına… Toprağına…

Ve insanın kendinin, toprağının, sılasının yeryüzünde temsil noktaları var ki oraya uygun şartlarla yola düşen insan rahmetle müjdelenmiş.

Musa Aleyhisselam'ın, "Yâ Rabb! Sen beni sıla-i rahimle mükellef kıldın. Ben yeryüzünün doğu taraflarında ve batı taraflarında benden uzakta bulunan bir kimse ile nasıl buluşabilirim?" sorusuna gelen ilahî cevap, "Ey Musa! Kendi nefsin için sevdiğin şeyleri onlar için de severek!.." olmuştu. "İyiliğe iyilikle mukabele eden kimse tam manası ile akrabaya sıla yapmış değildir. Hakiki sıla; kendisi ile münâsebeti kesenleri görüp gözetmektedir." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1970) diyen Peygamber Efendimiz (sav) ise insanın mevcudundan öteye yürüyüşünü berraklaştıracak somut bir nispetten haber veriyor.

Aslında sılaya yürüyüş, geleneğin bir parçası gibi anlaşılsa da bu yürüyüşün hakkını vermek, idraki ile mümkün. İnsanın artık öyle çok gurbet mahalli var ki o kalabalık içinde sılasını anlamasını, oraya yönelmesini ve orada kayda değer vakit geçirmesini sağlayacak imkânlar da giderek azalıyor. Sıla-ı rahim hakiki bir temsil bu yüzden. İnsanın aslını keşfi, hatırlaması ve bilmesi adına bir temsil… Hep tekrarlanması gereken bir gelenek unsuru olarak değil de insan olmanın bir vecibesi olduğu idrak edildiğinde saadetten pay alınacağı muhakkak olan bir temsil…

Ve bayramın hayatımıza taşıdığı güzelliklerdendir sıla-ı rahim. Bayram ile özdeştir. İki saadeti bir araya getirir.

Ramazan'ın muhabbetli günlerinden Bayram'a kavuşmanın saadetine erenlere, sılasını özleyenlere selam olsun. Bayramınız kutlu olsun…

***

Künye: Sıla, Arapça kökenli bir kelime. Bir süre ayrı kaldığı bir yere veya yakınlarına kavuşma ve gurbetteki bir kimse için doğup büyüdüğü ve özlediği yer anlamlarına geliyor. (TDK Sözlük)