20 Mart 2023

Sofra adabı

Geçtiğimiz haftalarda sizlere İstanbul nezaketini anlatmıştık. İstanbul’da, özelikle benim başımdan geçen bazı olayları ibret olsun diye, kimine örnek olsun diye sizlere aktarmıştım. Efendim İstanbul nezaketi deyince ne anlıyoruz? Osmanlıda özelikle sarayda, saraylı kelimesi vardır; Anadolu’da, ya da İstanbul sarayı dışında bir kelime vardır, saraylı. Aa o mu? O saraylı. Bu şu demek, sarayda yetişen hanımlar, beyler Anadolu’ya gider, mesela cariyeler sarayda en fazla, en fazla, 3 yıl kalır. Evet, batıdaki gibi değil, Osmanlı’da hizmet eder, her türlü bilgileri öğrenir, meslek öğrenir, dil öğrenir ve Anadolu’da evlendirilir, gönderilir. Bunlara saraylı denilir ve Anadolu’ya gittiği zaman, İstanbul dışına çıktığı zaman veya taşraya çıktığı zaman, bu kardeşlerimize, erkek olsun, kadın olsun, saraylı diye hitap edilir. Niye? Saray terbiyesi gördüğü için. Ve tıpkı padişah geliyormuş gibi, bir paşa geliyormuş gibi karşılanıyorlarmış.

 

Saray kültürü, edebi ile yetiştiği için. İşte sevgili okuyucular, bu Anadolu’ya giden, Taşlaya giden Anadolu nezaketi sadece kitaplarda değil, hala günümüzde de bunu yaşatan, yaşayan İstanbul beyefendileri, hanımefendileri var. Allah rahmet eylesin, Mehmet Haydaroğlu abimiz İstanbul beyefendisini söylerken, anlatırken, çok basit diyor çocuklar, ilk kendisi ile Asariyedeki öğrenci evimizde konuşurken, yere diyor bir şey düştüğü zaman İstanbul beyefendisi pat diye hemen elinden belinden eğilerek almaz, oturarak, çömelerek alır diyor. Nezaketen. Ve oturduğu ortamda, muhitte kim varsa, ona sırtını dönmez, ona göre kendisini ayarlar, yere çöker nezaketle eline alır. Eğer diyor, bir hanımefendi sokakta gidecekse, bir şey alacaksa, kenarda bir yerde oturur, bir yemek acil bir durum olursa, onu yaşmağı ile kapatır, mısır olsun, bir yiyecek, bir simit, yaşmağı ile arkadan yer. Bugünkü gibi böyle açıktan yemez. İşte İstanbul Hanımefendisi, beyefendisi böyle davranır. Veya geçtiğimiz haftalar öğrendim, mesela birisinin evine misafir olarak gidiyoruz, sordunuz lavabo müsait mi diye, ne diyor size buyurun müsait, o zaman diyorlar ki neye buyurun, lavaboya buyurun olur mu, bu nezaketle diyelim diyorlar. İstanbul nezaketini ifade ederken tüylerimi diken-diken yapan bir olay var, Merhum Musa Topbaş üstadımız kudussesiruh, Sultan Tepe’de bulunan köşkte, her yıl düğünler yapar, gençlerin evlendirir, evlenmelerine vesile olurdu. Sanırım 1994 yılı olması gerekir, biliyorsunuz Musa efendimiz kışın, güzün Medine de kalır sonra İstanbul’a gelir, işte Haziran-Temmuz aylarındaydı düğün, köşkte sofra hazır, o zaman genciz biz erkenden gidiliyor sofralar hazırlanıyor; sofraları hazırlamak için uğraştık erkenden, sofrada tabaklar, kaşıklar, çanaklar, masa örtüsü, ekmeğin konulacağı yer her şey ayarlandı meşrubatlara kadar, maden suyu dahil, gazlı içecekler, ayran, çeşitli içecekler, ayran, içecekler çeşit çeşit, yemek dışında her şey vardı. Mükemmel bir sofraydı.

 

Sonra Musa efendimiz merhum geldi, baktı sofraya, biz misafirleri alacağız sanıyorken, kendisi eli ile sofra bezine baktı, masaların bir tanesi hafif, yani hafif diyorum 2 santim, 5 santim, hadi 10 santim diyeyim, aşağı sarkmış, biraz düzensiz, önce eli ile düzeltmeye çalıştı, olmadı içine sinmedi Musa efendimiz ve kendisi, bize hiçbir şey demedi, o masadaki tabakları, çatalları yavaş yavaş indirmeye başladı. Neden? O masa örtüsü yeniden düzenlenecek, örtülecek, serilecek, nizami olacak, standart olacak, ondan sonra üzerinde bulunan tabaklar, salata tabakları, çatallar, yemekten hariç hepsi tekrar konulacak. Ufacık bir, görüyorsunuz değil mi, bir düzensizliğe müsaade etmiyordu Musa efendimiz. Dedim ki aman aman bu çok zormuş bu, bir sofra adabı gerekiyormuş, sofra adabında da bir titizlik gerekiyormuş. Bize niye söylemedi? Uğraştık o kadar, gönlümüz kırılmasın diye kendisi bize bir şey demedi. Tabi bizde durmadık, koştuk yardım ettik ve bundan sonra her masa hazırlanacağı zaman buna hep dikkat ettik, önce masa örtüsü güzelce hazırlanacak. Bu demek oluyor ki: yaptığınız işi güzel yapın, Allah işlerini güzel yapanları sever. Musa efendimizin sık sık söylediği bu ayeti kerimenin meali, Bakara süresi 195.ayet: veahsinû inna(A)llâhe yuhibbu-lmuhsinîn(e): ‘’Doğrusu Allah iyilik eden ve işini güzel yapanları sever.’’

 

Başka yine düğünlerden bir tanesi, İstanbul nezaketinden bir örnek vermek istiyorum.  Biz tabi tabakları, çanakları getiriyoruz, gayet Musa efendimiz de orada, nezaketle, sessizce, fısıltı ile getiriyoruz, konuşuyoruz. Kardeşlerin bir tanesi, duymadı, şöyle dedi ‘’İbrahim-İbrahim’’ diye bağırdı böyle, o da döndü, Efendim dedi, Musa efendimiz de ‘’İbrahim’’ diye bağıran kardeşe geldi, bir yaz günüydü demiştim ya, temmuz ayında demiştim, gömleğinden tuttu eliyle, sağ omuzundan tutarak aşağı doğru ve şunu söyledi ‘’İbrahim Bey, İbrahim Bey, İbrahim Bey’’ diye üç defa seslendi. Birbirimize seslenirken, ‘’Ahmet hop’’, değil, ‘’İbrahim Bey, Fatih Bey, Fahri Bey, Selahattin Bey’’ diye seslenmeliyiz. Bizden küçük, büyük fark etmez. Durumunuz müsaitse, muhabbetiniz var ise ‘’İbrahim abi, Selahattin abi, Murat Karaman abi, Mehmet Akman abi’’ diye seslenebiliriz.  Durumunuza göre. Toplum içerisinde özelikle, kendi aranızda bir muhabbet olabilir ama toplum içinde Bey, Beyefendi, hanımefendi, hanım kardeş demek gerekiyor, bunlar çok önemli. İşte İstanbul nezaketinden birkaç örnekler verdik, Musa Topbaş Efendi ile çok anılarımız var. Bir tanesi sofra adabı, biri de hitabet.

 

Bir diğer sevgili dinleyiciler, İstanbul nezaketi ile ilgili olarak, Musa Efendimizin bizzat gördüğüm, bizzat o kardeşimize söylediği ve uyardığını gördüğüm bir hadise. Örnek olsun, ibret olsun diye anlatıyorum. Benim eşim, muhterem eşim, çiçek yapıyor, yapma çiçekler yapıyor, bende Medine’ye Ümreye gidiyoruz, Musiad ile birlikte görevli olarak gidiyoruz. Giderken eşim rica etti bunu Musa Efendimize İstanbul’dan götürür musun, İstanbul’dan büyükçe bir çiçek, yapma bir çiçek, götürdük. İstanbul-Medine geldik, elimizde hediyeler var. Ramazan umresi, MÜSİAD ile, başka hediyeler de var götürdük Musa efendimize özelikle, görevli abilere teslim ettik. Ne kadar güzel İstanbul’dan hediye götürdük, yapma çiçek götürdük, hafif de ne var, genciz 94 yılındayız, evleneli 2 yıl olmuş, ama bir abi var, Allah omur versin şimdi yaşıyor, Medine’deyiz, Fahri Sarrafoğlu kim, Fahri Sarrafoğlu kim, beni arıyor yana-yana. Sormuşlar, dedik ya MÜSİAD’da görevliyiz geldi beni arıyor. Bende buyurun dedim. ‘’Ya seni arıyoruz iki gündür’’ dedi, bende ‘’ne oldu’’ diye sordum. O da Musa efendimize hediye getirmişsin, ona ulaştı, Musa efendimiz de mukabele ediyor. Bu da eşinize şunlar, şunlar hediye. O kadar büyük ki gönderdiğimiz. Ve verilen nezakete bakın, sakın hediyeleşmede, büyükleri yormayalım, büyükler her zaman fazlası ile mukabele ederler, her zaman fazlası ile mukabele ederler, ama onları mukabele edecek şekilde daha büyük bir hediyeler ile yormayalım, nezaketen kibar, hayırlı bir dua, sembolik bir hediye ikram edilir, onunla mukabele ederler, başka bir şekilde mutlaka karşılık verirler ya da mukabele ederler. Ama siz abartılı bir şekilde büyük bir hediye verirseniz, o da karşılığında daha büyük verecek, o zaman ne yaparsınız, onları yorarsınız diyerek o abimiz beni kibarca uyarmıştı.

 

Demek ki, manevi büyüklerimize hediye verirken nezaketli olmalı, amacımız ne olmalı gönül almak olmalı, hediyenin kendisi değil, hediye verilen kişi önemlidir. Buna dikkat edelim. Merhum Oğuz Aydınol abimiz demişti kuzum, bu olayı anlatınca, böyle ikaz aldık deyince, önemli olan hediyenin büyüklüğü değil, hediye verilen kış, burada esas olan hediyeyi verirken gönlündeki niyetin bir karşılık beklememe, aaa ben hediye veriyorum muhterem üstadımıza, karşılığında bana bir şey gelecek teberrükken diye düşünmemek gerekiyor, yoksa yorarsınız demişti Oğuz abi. Böyle bir beklenti olmasın, yoksa yorarsınız demişti ve hediye verilen kişi önemli, ona ne verdiğiniz değil, verdiğiniz kişiye olan muhabbetiniz, sevginiz önemli. Bir sözde, bir duada muhabbette yeterlidir. İstanbul nezaketini başlamıştık, bugün aklımda kalanlar bunlardı, inşallah sürçü lisan ettiysek affola, hakkınızı helal edin. İstanbul’u anlatamaya devam edeceğiz. Bunu niye anlattım? Hoşlarına gitmiş, tablette bulunuldu, arada böyle anlatırız inşallah.