14 Ekim 2017

Soğuk yenen şey, ihanet miydi?

Eski TBMM Başkanı Bülent Arınç, MİT Tırları davası kapsamında tutuklanan CHP İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu için bir açıklama yapmış.

Yerel mahkemenin verdiği 25 yıl hapis cezasını, istinaf mahkemesinin bozması kararını Arınç sevinçle karşıladığını belirtmiş. Dahası bu kararın neden bozulması gerektiği hususunda daha evvel bir yığın gerekçe sıralamış ve o gün dikkat çektiği hususlarla, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi'nin verdiği bozma kararının gerekçelerinin bire bir örtüştüğünü söylemiş. Zira aklın yolu bir, evrensel hukuk prensipleri de açıkmış.

Bülent Arınç bu davayı hangi saikle kendine bu denli dert edinmiş bilemiyorum. Ama bu meselenin onun için sıradan bir “adaletin tecellisi”  meselesi olmadığı çok açık. Zira Bülent Arınç'ın hukuk bilgisi ve hassasiyeti, (örneğin suçlamaya konu olan hadiseler sırasında şehir dışında veya kendi düğün töreninde bulunduğu sabit olduğu halde tutuklanıp çeyrek asırdır günahsız şekilde zindanlarda çürütülen) Sivas Mazlumlarıyla ilgili olarak herhangi bir yaşam belirtisi vermedi. Üstelik yetki, etki ve sorumluluk makamı da varken…  Aynı şekilde 28 Şubat'ın despot tahakkümü için cellatlık vazifesi verilmiş taraflı yargının alenen linç ettiği masumlarla da zihninin meşgul olduğuna dair bir emare hatırlamıyorum. Belki de gözden kaçırdığım benzer hassasiyet örnekleri vardır. Bir ara, “paralel ile mücadele kapsamında açılan o kadar çok dava var ki üstüme cübbeyi tekrar geçirmek istiyorum. Bunlar okuldan alınan öğretmenler, Bank Asya'ya para yatırdığı için silahlı terör örgütüne üye olmaktan yargılanıyor. Kendi içimizde latife ediyoruz, bizi de bir yere kayyum yapsalar diye, parası da güzelmiş” filan demişti. O zamandan beri kendi içleri”  kimdir merak ederim. O lâtif ve nezih cıvıklıktaki lâtifelerin taşıyıcı muhatapları arasında ne cevherler vardır kim bilir?

MİT Tırları meselesi FETÖ Kültünün ve mihverindeki yapılanmaların asla vazgeçemeyeceği bir kara propagandanın ana gövdesidir. Acil durumda ABD ve kimi Avrupa ülkeleri tarafından “teröre destek veren ülke” kategorisine sokulacak Türkiye'ye, batının ortak askeri saldırısı için kullanılacak bu gerekçenin dibi daima sulanacak ki kurumasın ve işlevsel kalsın. Her fırsatta, kıyıda köşede sık sık tekrarlanacak, tellâlları korunacak, onore edilecek, başı belâya girenleri kollanacak… Zamanı geldiğinde kıyıda köşede kaybolduğu sanılan o hezeyanların, mesela yıllar önce bir meslek odasının ya da tabela partisinin yapıp kenara attığı bir basın açıklamasından, bir gazetenin iç sayfalarında kaybolmuş küçük bir haberin satırları arasından, ana muhalefet liderinin kasten abes ithamlarla doldurduğu mayınlı demeçlerden özenle cımbızlanıp dünya gündeminin merkezine nasıl taşınacağını göreceksiniz. Güya İslamcı bir hocacığın "İmam-Hatip ve İlahiyat müfredatı değiştirilmedikçe bu memlekette geleceğin ışidçileri yetişmeye devam edecektir" gibi muhâl ve saçma bir iftirayı neden kendi varlığının üzerine bir tüy gibi diktiğini, o cümleyi tekrar karşımıza çıkardıkları gün anlayacaksınız. Dışarıdakiler için, “içeriden”  yapılan itirafçı(!) açıklamalar kadar ikna edici ve inandırıcısı yoktur.

Geriye doğru bakıldığında şunu görüyorum; Gezi Parkı eylemleri, on yedi ve yirmi beş Aralık gibi darbenin öncü teşebbüslerinde aslında herkes kendi “içinin”  satranç tahtasındaki rengini büyük ölçüde ifşa etmiş. 15 Temmuz'un ifşa etkisiyse beklenenin aksine daha dolaylı ve gizemli bir düzlemde kalmış.

Abdullah Gül, Bülent Arınç ve Ahmet Davutoğlu… Bu troyka üzerine çok şey söylendi. Avrupa Parlamentosu Başkanı Alman Martin Schulz'un tabanca gibi tuttuğu elini Erdoğan'a karşı doğrultarak poz verdiği demecinde “Biz Erdoğan ile bir anlaşma yapmadık, Davutoğlu'nun başbakanlığındaki Türk hükümeti ile anlaştık. Oldukça ciddi bir ortak?!” demesini, Davutoğlu'nun başbakanlıktan alınmasından sonra başta Almanya olmak üzere Avrupa Ülkeleri'nin gösterdiği öfkeli infiali ve yaşadıkları derin hayal kırıklığının sebebini sorgulamayı bir tarafa bırakalım.

15 Temmuz'daki darbe teşebbüsünden sonra Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu'nun yaptığı açıklamaları, mimiklerini ve ses tonlarını tekrar tekrar analiz eden oldu mu? Tayyip Erdoğan'a “er ya da geç darbeciler başarısız olacaklardır” dedirten belirsizlik duygusu, kaygı ve dirençli tevekkül hâli onlarda yoktu. Daha cesur, daha öfkeli ve daha emin bir tepkiydi gösterdikleri. Çalışılmış bir tepkiydi demiyorum, değildi de demiyorum. Sadece şunu merak ediyorum. Darbeciler Cumhurbaşkanını, beşikteki torununa kadar bütün ailesiyle birlikte katlederek girişimlerini başarıyla neticelendirselerdi, infiali ve öfkeyi nasıl yöneteceklerdi. Gerçekten bunu düşünmediklerine inanabilir misiniz? Bu infial ve nefret üzerinde iktidar oluşturamayacaklarını ve tutunamayacaklarını bilemiyor olabilirler mi?

 Peki, Cumhurbaşkanı ve ailesi şehit edildikten sonra derhal ordu içinde bir grubun harekete geçtiği ve katil askerleri etkisiz hale getirerek Cumhurbaşkanının ve ailesinin intikamını aldığı duyurulsaydı… Ordu içindeki kalkışmayı yapanların kemalist-ulusalcı kanat olduğu ve fetullahçı askerlerin bu kalkışmanın önünü almak için hareketlendikleri ve darbeyi bastırdıkları ilan edilseydi… “Bir darbe gecesinde cumhurbaşkanımız ifadesini birkaç defa kullandırdı bana darbe yapanlar” cümlesini kuran Kerim Balcı “Biz aslında şehit Cumhurbaşkanımızı adım adım yaklaştığını gördüğümüz bu süreçten ve tuzaktan korumak istedik. Ama bize inanmadı ve hizmet hareketini komploculukla suçladı; hizmetin kendisinin gerçek dostu olduğunu anlamadı. Maalesef bütün gayretlerimize rağmen onu kurtaramadık” diye devam etseydi, çok mu yadırgardık?

Böyle bir durumda cumhurbaşkanı ve başbakan kim olabilirdi? Türk Milleti örneğin “Ömer Halis Demir'in cansız bedenine, fotoğrafın altına yazılı “işte Cumhurbaşkanını şehit eden hainlerden biri” alt başlığını okuyup diş gıcırdatarak bakarken cumhurbaşkanı ve başbakanlık makamında Tayyip Erdoğan'ın “sadık” yol arkadaşlarından başka birini görmeye kim tahammül edebilirdi?

 Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek, FETÖ soruşturmaları kapsamında eski Başbakan Ahmet Davutoğlu ve eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de yargılanması gerektiğini söylemiş; “Yargılanırlarsa şaşırmam. Ve bence yargılanmaları lazımdır" diye de ilave etmiş. Ona bu cümleleri söyleten bilgi  nedir acaba?

  Soğuk yendiğinde daha lezzetli olan intikam mıdır, ihanet mi? Muhteris için önemsiz bir teferruat...