28 Temmuz 2015

Soru sormaktan korkanların ülkesi...

Zapturaptçı yönetimler öyle kıyafetsiz öyle paçavra yönetimlerdir ki, yarattıkları kirliliğin etkisini hayatın her noktasında görmek mümkündür. Yalanı, üçkâğıdı, kurnazlığı, düzmeciliği bol sistemlerde yaşayanların kirlilikten kaçması kolay değildir. Çamur bir şekilde her yaşayanın üzerine sıçrar.

Uydurulan yararsız, içi boş bir yığın kavramın övüncü bir hap misali sabah akşam yutturulur insanlara. Eğitimli, eğitimsiz fark etmez. Yalanların ve şişirilmiş söylemlerin bombardımanında tarumar edilmiş beyinler, yürekler, vicdanlar ne kelli felli aydın geçineni dinler ne entelektüalizmden bitap düşenleri. Bir zaman sonra beyinlerin dumura uğratılması projesi mutlaka herkeste başarıya ulaşır.

'Kafası çalışır' sanılanların, 'okumuş, görmüş' denilenlerin dahi direkt sisteme ya da gönül bağı kurduğu bir teşekküle düşünsel monte edilmişlik düzeyi şaşırtıcıdır. Öyle ki talim-terbiye görmüş nice kesimlerin sokaktaki hamaldan daha fazla bir inanmışlıkla biat ettiğine şahit olmak her daim muhtemeldir. İçten içe inşa edilen sarsılmaz aidiyet olgusu, vesayetlerin hüküm sürdüğü coğrafyalarda herkesi ezberlerle yazıp, konuşan papağanlara çevirir çünkü.

Baskıcı rejimlerin tornasından geçenlerin toplumun veya siyasi yapının neresinde durduğu fark etmez. Çünkü o duruşun gövdesi vesayetçi sistemin köhnemiş kültür(süzlüğ)ü üzerinden inşa edilmiştir zaten. Türk veya Kürt, solcu ya da sağcı, dindar ya da ateist olmak o yüzden çokta önemli değildir. Her kesim kurduğu bütün ilişkilerini ve işlerini hangi çevrede olursa olsun vesayetçi sistemin temel argümanlarına göre belirleyecektir.

İstibdat toplumlarının en tipik özelliklerinden biri de soru sormalara karşı duyulan nefrettir.  Ne devlet ne devletin memur ettikleri ne de sıradan vatandaşlar soru sorulmasından hoşlanmazlar. Evde, okulda, dairede, fabrikada, tarlada, sokakta soru sorana iyi gözle bakılmaz.  

Hakka, hukuka, adalete, demokrasiye önem verdiğini söyleyenler dahi özgürlükler üstüne ölçüsüz ahkâm kesseler de soru sorma özgürlüğüne bir türlü tahammül edemezler. Bırakın birisinin soru sormasına izin vermeyi kendi kendilerine soru sormayı dahi neredeyse yasak etmişlerdir.

Sorulardan sokaktaki itten korktukları kadar korkarlar. Toplumun soru sorma isteğini körelten bir mahalle baskısı her yerde demoklesin kılıcı misali sallanır başların üzerinde. En demokrat geçinen ortamlarda dahi sorulara muhatap olmamak için seksen takla atar, bin dereden su getirir, akla hayale gelmeyen yalanlar uydurabilirler. Eğer bunlardan birisi dahi kişiyi soru sormaktan vazgeçirmezse içinde bulunduğu politik tarafın jargonuna uygun ya hain, şerefsiz,  ya da dönek, ajan, ihanetçi ilan edilip, katline ferman çıkarılabilir.

Peki, neden sorulardan bu denli nefret edilir?

Çünkü 'soru sormak' ezberi bozmanın akla düşen kıvılcımıdır. Soru, topraklarında ezberlerden başka bir ot bitmeyen iklimlerin tanışmak istemediği kışkırtıcı bir tohumdur. İnsanı kuşkuyla tanıştırabilir, yürekte merak uyandırabilir. Aklı farklı olana meylettirebilir. Birilerinin kendilerince işleyen düzenlerini silkeleyecek artçı depremleri başlatabilir. Var olanın, alışılmış olanın sorgulanmasına kapı aralayabilir. Soru, alışılmışın karanlığında bir ışık yakmaktır, uyuyan gözlerin kamaşıp, aralanmasına sebep olabilir. Sonuçta soru sormak, uydurulmuş, sahte bir dünyanın tekerine çomak sokmanın muzır girişimidir.

Türkiye'de bugün kavramları birbirine karıştırmadan değerlendirme yapabilen, zamanın ruhuna uygun değişim ve dönüşümü gerçekleştirebilen bir münevver kesimin yetersizliği soru sorma kültürünün yokluğundan kaynaklanır. Akla hayale sığmayacak saçmalıktaki algı operasyonlarının itibar görmesinin ardında da 'soru sormak' ve 'soru almak' yetisinden eksiklik yatar.

Öte yandan hangi tarafta olursa olsun çokça ötekileştirilen, ipi çekilen, sesi kısılan, itibarsızlaştırılan, aforoz edilenlerin çoğunluğu ise vesayetçi sistemin sorulardan korkan karakter kodlamasına itiraz etmiş olanlardır. Onlar, bulundukları mekânların sessizliğinden çıkıp olup bitenleri sorgulamanın cesaretini kuşanabilmelerinin,  yürekli tercihlerinin bedelini ödemektedirler sonuçta.

Kalıplaşmış cevapları bıkmadan usanmadan tekrarlayanların, soru sorulmasından nefret edenlerin dünyasında, yalanlara, uydurulmuş masallara inanmayı reddetmişlerdir çünkü. Sorgusuz sualsiz yazılana, anlatılanlara itaat etmeyi ahlaki bulmamışlardır. İnsanların önüne sürülen hazır ezberleri, matbu yalanları kabul etmemiş, gerçeği 'anlamak' adına soru sormayı seçmişlerdir.

***

Ülkenin ölümlerle, şiddetle, kanla yeniden tanıştığı bu günlerde kimin özgürlükçü, barışsever, dürüst, ilkeli, adaletli ya da kimin savaşçı, gerici, kanunsuz, erdemden yoksun olduğu karıştırılıyor hala.  Doğal olarak her şeyin bu denli birbirinin içine geçmesinin sebebi de 'soru sormaktan korkan bir toplum olmamızdan kaynaklanıyor. Soru sormanın gerektirdiği cesaret, kararlılık, merak duygusu, kuşku ve bedel ödemeye hazır olma olgunluğu hepimizde eksik çünkü.

O yüzden de şiddet olgusunun kolayca toplumsal destek bulamaması ve insanların algı operasyonlarına karşı düşünsel direncinin güçlenmesi için sorulara özgürlük tanıyan bir kültürü bir an önce yaygınlaştırmak gerekiyor.