29 Mart 2016

Sur’a Kıymayın

Sur'da insanlar bir sabah uyandıklarında kapılarında hendekler vardı. Bir kısmı polisi aradı, polis gelemeyiz dedi. Hendekler arttı. İçlerine bombalar döşendi. Gece gündüz birileri hendeklerde, barikatlarda nöbetler tutmaya başladı. Artık Sur yaşanmaz bir hâle gelmişti. Sivil toplum kuruluşları ve halk durumdan şikâyet ediyordu. Yetkililerin ağzından dökülen tek kelime vardı “herkesin elinde silah var, ne yapalım dı!”

Sokaklarda önce adlarına YDG-H diyenler sonra YPS dediler. Hendekler hala duruyordu. Kimse müdahale etmedi. Şartların olgunlaşması beklendi. 28 Kasım sabahı sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Hendekler Ulu Camiye 100 metre mesafeye kadar gelmişti oysa. Aylardır müdahale etmeyen devlet artık şartlar olgunlaştı deyip müdahale etmişti. Çatışmalar başlamış, cenazeler tek tek gelmeye devam ediyordu. Her gün birkaç şehit ve birkaç “Baği” cenazesi geliyordu. Televizyon kanalları adeta cenaze sayıcısı gibi davranarak “skor” veriyordu âdeta…

9 Mart günü operasyonun bittiği ilan edildi. Hiçbir mahalle açılmadı. Bir gün geldi ve 1 mahalle açıldı dediler. Tek kurşunun atılmadığı Cevat Paşa Mahallesi açılmıştı. Sonra Dabanoğlu mahallesinden 6 sokak açıldı dendi. Toplamı 1 sokak bile etmeyen 6 küçücük sokak.

İş makinaları çatışma alanlarını temizliyorlardı. Halk hâlâ her gün Ulu Cami meydanına gidip benim sokağım açılır mı acep diye beklerken, bir sabah resmi gazetede Sur'un tamamının istimlak edildiği ilan ediliyordu. Sadece Sur değil, Yenişehir ve Silopi'nin büyük bir kısmı da gidiyordu.

PKK büyük bir yıkıma uğrattı Sur'u, Devlet aldığı pası gole çevirdi. Artık istimlak edilmiş bir Şehir var karşımızda. Oysa sokaklarına yetişen onlarca şairi ve yazarıyla bu güne ulaşan eserlerini kaleme aldıkları tüm alanlar bir tek kararla önce devletleştirilecek sonra yıkılıp “Toledo” yapılacak, öylemi…

Zaten her şey bu kadar kolaydı. Al, yık, yeniden yap, bak sana Diyarbekir verdim demek… Ah Diyarbekir ah… Neler gördün, neler çektin seni anlamayanların ellerinden…

Değerli Diyarbekir'li yazar ağabeyim Şeyhmus Diken'in kaleminden geçen gün dökülen cümlelerin son kısmı bizim yazımıza da baş levha olsun;

“İşte şehir yerleşkesi olarak milattan önce üç binli yıllarda Hurri-Mittani şehir devletleri geleneğinden bugünlere kadar bugün adı artık resmî olarak Diyarbakır olan şehir bir tarih ve kültür şehridir. Hikâyesini de bir süredir yasaklı hali ile kendini dünyaya anlatan Sur Beldesidir. O Surlar ve Sırlar şehri ki; Diyarbakır dediğinizde Sur'dur asli hikâye, Sur dediğinizde de Diyarbakır'dır bütün hikâye… 34 kavim geçmiştir şeceresinden tarih boyunca… Tümü tarihin sayfalarında kentle birlikte ad olmuştur geçmiş ve gelecek yazılı tarihinde…

Garip ve tuhaf ruh hâlidir bugün Diyarbakır'ın kaderine yazılan. Hiçbir muktedire ait olmayan, olmamakta direnen şehir; bugün yüz küsur günlük sokağa çıkma yasaklı hâl ile müsemma yıkım, yakım, sürgün, ölüm ve tahribattan sonra devletin topyekûn kamulaştırma kararıyla “devlete ait” mi olmuş oluyor sizce!

Her şey bu kadar kolay mı? Ben yaptım ve oldu, demek mi…

Bu karar gözden geçirilmelidir. Sur istimlak edilip, yok edilecek bir teşhir olmamalıdır, Zannımca, bizim Toledo'ya değil Sur'a ihtiyacımız var… Kan gibi, Su gibi, Nefes gibi…

Kıymayın Sur'a….