19 Kasım 2015

Suriye’nin Lübnanlaşma süreci duracak mı?

Türkiye'nin, Suriye'nin Lübnanlaşması noktasındaki endişelerini haklı kılan bir demografik ve siyasal fotoğraf var. Suriye, toplumsal taban olarak, kendi içinde dinsel, mezhepsel, etnik ve kabile temelli parçalı bir yapı barındırıyor.

Türkiye'nin Suriye politikasına dair krizin başlangıcından bu yana, muhalefet tarafından öne sürülen farklı yaklaşımlar var.

Kriz derinleştiğinde, sorumlunun Türkiye olduğunu, krizin çözüme doğru yol aldığında ise Türkiye'nin satrancın dışına itildiğini öne süren çevrelerin sayısı az değildi.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun, “Suriye'deki sorunu Türkiye'nin başlattığı ve büyük devletlerin de bunun üzerine bölgeye geldiği” yönündeki açıklamaları da, tarihe kara bir leke olarak not edildi.

Kılıçdaroğlu'nun bu yaklaşımını, bu sütunlarda, Küresel Sistemin yenilenme hamlesine hizmet olarak aktarmıştım.

Bazı analistler de, Türkiye'nin batının yönlendirmeleriyle bir savaşın içine sürüklendiğini öne sürdü. Bir kısmı da Türkiye'nin izlediği politikanın, insani kaygılara dayandığı tesbitinde bulundu. Bu tesbiti yapanlar, Türkiye'nin, Suriye rejimine reform yönünde baskı yaptığını öne sürdü; gerçeklik payı da vardı.

Ancak Türkiye'nin Suriye politikasının temellendiren asıl kaygı, Suriye'nin Lübnanlaşma olgusuydu. Türkiye, 1958'den itibaren Lübnan'ı batının müdahalelerine açık hale getiren iç çatışma ve savaş tablosunun, Suriye'de de hakim kılmasının tehlikelerini biliyordu.

Neydi Lübnanlaşma olgusu?

Bu olguyu, ülkenin etnik, dinsel, mezhepsel veya kabile temelli bir iç savaşın içine sürüklenerek dış müdahalelere açık hale getirilmesi, siyasi ekonomik ve toplumsal birlik ve istikrarını kaybetmesi, bölgesel savaşları tetikleyen bir bir alana dönüşmesi şeklinde tanımlıyor uzmanlar.

Böyle bir olguya sahip ülke, bilhassa kapitalizmin ve emperyalizmin ana aktörlerinin müdahalesine açık hale geliyor. Bu ülke üzerinden çevre ülkeler de kontrollü bir gerilim ve çatışma alanına dönüştürülerek, müdahaleye açık hale getiriliyor.

Türkiye'nin, Suriye'nin Lübnanlaşması noktasındaki endişelerini haklı kılan bir demografik ve siyasal fotoğraf var bu ülkede.

Suriye, toplumsal taban olarak, kendi içinde dinsel, mezhepsel, etnik ve kabile temelli parçalı bir yapı barındırıyor.

Mesela Suriye için çıkarılan oransal dağılım şöyle:

Mezhepsel oranlar: Aleviler %11-13, İsmaililer %-1-1.5, Dürziler %5-6, Hıristiyanlar %12-15 civarında.

Etnik oranlar: Kürtler %10-13, Türkmenler %1-2, Kafkas kökenliler %0.1

BAAS rejiminin ötekileştirme üzerine kurduğu otoriter rejimin hükmettiği Suriye'de Sünni Arapların toplum nüfusunun yaklaşık %52-58 arası olduğu düşünülüyor.

Suriye krizini tetikleyen ve 3 milyonu aşkın Suriyeli'nin mülteci olarak savrulmasına sebep olan krizin temelinde, azınlığın çoğunluğa tahakküm kurmaya çalıştığı BAAS rejiminin demokratikleşmesi arzularının hatırı sayılır bir muhalif grup oluşturması ve rejimin bu muhalif gruplara yönelik kullandığı katliamlar yer alıyor.

Oysa krizin patlak verdiği ilk dönem, eğer BM Güvenlik Konseyi Suriye konusunda hızlı bir şekilde karar alıp, Suriye'nin toplumsal parçalanmışlığına ve sürekli bir şekilde dış müdahalelere açık bir ülke haline gelmesine seyirci kalmasaydı, bugün Ortadoğu'da tablo çok daha farklı olur, Türkiye'yi ve son olarak da Paris'i kana bulayan terör eylemleri yaşanmazdı belki.

Hem uluslararası toplum hem de krize müdahil olan ana aktörlerden ABD ve koalisyon güçleri, Türkiye'nin Suriye krizine yönelik insani temelli bakışını zamanında anlamış olsa, Rusya ve Çin de Suriye krizi üzerinden bölgesel güç savaşı için fırsat kollamasa, bugün bölgede demokrasi temelli reform rüzgarları dört bir yana yayılmış olurdu.

Ancak batı aradan geçen bunca zamandan sonra, kapısına dayanan mülteci olgusu ve ateşin metropollerine sıçramasıyla gerçeği görmeye başladı.

Bu bağlamda, Suriye krizini fırsata çevirme telaşına düşen ve lokal olarak demografiyi değiştirme operasyonlarına imza atan Kürt çetelerin de hedefinde olan Cerablus-Mare hattındaki 98 kilometrelik alanda, ABD ile Türkiye'nin ortak operasyon düzenleyeceği kulislerde konuşuluyor. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry de bu bilgileri doğrularcasına, “Suriye'nin kuzey sınırındaki 98 kilometrelik kısımda Türklerle birlikte bir operasyon yapacağız” açıklamasında bulundu.

Bu Türkiye'nin krizin başından bu yana dile getirdiği güvenli bölge tanımıyla örtüşen bir gelişme.  Anlaşılan Türkiye, dış politikadaki, sağ gösterip sol orta karışımı vuruşlarından biriyle daha istediğini elde ediyor.

zihnicakir@gmail.com

@zihnicakir