06 Temmuz 2015

SYKES-PİCOT HARİTASI GÜNCELLENİRKEN BİZ NE YAPIYORUZ?

Hükümetin Suriye ve Irak'ın kuzeyindeki gelişmelere yönelik tutumunu anlama özürlü muhalefete16 Mayıs 1916 yılında çizilen bir haritayı hatırlatmanın zamanı galiba.

Bu coğrafyanın en stratejik sınırlarına sahip olan bir ülke olarak 100 yıllık maziye sahip bu projeyi şimdiye kadar görmememiz bile kendi başına büyük bir gaflet. Entellektüel sohbetlerinde santim santim tartışılan bu haritanın, bir türlü devlet politikasını belirleyici unsure dönüşmemesini sorgulamak zorundayız.

1916'de İngiltere hükümetini temsilen Mark Sykes ve Fransız hükümet temsilcisi Francois Georges-Picot tarafından üstelik cetvelle çizilen harita, gizli bir anlaşma ile de ortadoğu'nun bölünmesine sebep olmuştu.

Sykes ve Picot Osmanlı coğrafyasındaki bu toprakların Avrupa İmparatorluğu altında çok daha iyi koşullara sahip olduğuna inanan sömürge imparatorluğunun yetiştirdiği arsitokrat diplomatlardı.

Bu iki diplomatın, hükümetleri adına çizdikleri harita ve üzerinde anlaştıkları yeni Ortdoğu düzenini tesis etmek Birinci Dünya Savaşının yarattığı karmaşanın arasında zor olmamıştı.

İşte o gün çizilen o harita, Ortadoğu'da dinmek bilmeyen kan ve gözyaşının da temel sebeplerinden biri oldu.

O haritayla, Irak, şu an Ürdün'ün bulunduğu topraklar ve Filistin, İngizler'in, Suriye ve Lübnan ise Fransızlar'ın kontrolüne girdi.

Haritanın en temel özelliği Ortadoğu'yu mezhep temelli bir bölünmeye itmesiydi. Osmanlı coğrafyasından bağımsızlık vaadleriyle koparılan bu topraklarda, siyasi bir akımın mezhepçilik olarak sunulmasıyla, savaş ve çatışmanın temelleri de atılmıştı.

Bir mezhepsel ayrışma temeline oturtulan haritada, sömürü düzenini sürekli kılmak için, toplumların genel mezhepleriyle örtüşmeyen mezheplere sahip ailelerin bu coğrafyaları yönetmesi sağlandı.

Ordadoğu enerji kaynakları ve zenginliklerinin batılılar tarafından bu kadar kolay sömürülmesinin en temel sebebi de, buradaki diktatörlerin, saltanatlarını batının desteğine endeksli gördüklerinden, batının sömürü düzenine hep boyun eğdiler.

Ancak 100 yıl once çizilen bu haritanın çatırdaması kaçınılmazdı. Bu haritadaki devletlerin çatırdaması demek, bu coğrafyada bulunan ülkelerin de etkilenmesi anlamına geliyordu.

Hiç şüphesiz bundan en fazla etkilenecek olanlar da İran ve Türkiye idi. Köklü devlet geleneğini korumayı başaran İran bile, bu olasılık nedeniyle sürekli batı ile çatışma ortamında bir görüntü çizdi. Oysa Türkiye Cumhuriyet döneminden başlayan bir akıl tutulması ile, bu coğrafyayı gelecekte de kendi istediği gibi şekillendirmek için o haritayı çizen aklın esaretinden, bir türlü kurtulamadı.

Ve bugün hem Suriye'nin hem de Irak'ın kuzeyinde yaşanan gelişmeler, o haritanın 21. Yüzyılın koşullarına göre şekillenişinin sancıları. Türkiye'nin milli güvenliğini de tehdit eden bu sancılı gelişmelere yönelik strateji geliştirmek, hiç şüphe yok ki eldeki imkanlarla içinde bulunulan koşullara müdahil olmayı gerektiriyor.

Bugün, IŞİD ile birlikte Irak'ın üç parçaya bölünmeyle karşı karşıya olması, ABD'nin tezlerine baktığınızda Suriye'den dört ayrı devletin çıkacağının öngörülmesi, Türkiye'nin seyirci kalabileceği gelişmeler değil.

Türkiye şunu çok iyi okumak zorunda: Batı güdümünde gelişen Arap Baharının savurduğu Ortadoğu'da sınırlar yeniden şekilleniyor. Bu şekillenmenin ön hazırlıkları olan Ortadoğu coğrafyasında bilhassa sınırımızdaki cehennemi yaratan İngiltere ve Fransa'nın Birinci Dünya Savaşının karmaşası içerisinde masa başında hazırladıkları gizli haritadan başka birşey değil.

2011'de başlayan Arap isyanları, her ne kadar temelinde, çağımız kuşağının, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Batı kontrolünde başlayan devlet düzeninin sonuçlarını değiştirme girişimi olarak görülse de, batı bunu kontrol altında tutarak, o devlet düzeninden daha küçük devletler düzenini tesis etmeye evirdi.

Yemen'den başlayıp belki Mekke'ye kadar uzanacak bir kuşaktan, Reyhanlı'nın yanıbaşından Akdeniz'e inmeyi hedefleyen kantonlara kadar Ortadoğu'nun yaşadığı bu cehennem, bölgeyi gelecek onyıllarda daha büyük bir kaosun içine sürükleyebilecek tehlikeleri barındırıyor.

Hiç şüphesiz, bu projenin sınır hattımızdaki truva atı da İran, Irak ve Suriye'de dağınık gruplar halinde yaşayan Kürt kimliğini kullanan kontrolsüz Kürt Çeteleri olacak. Bu projeye boyun eğmeyen Mesut Barzani'nin meşruiyetinin tartışma konusu yapılması ve ABD-İngiltere-İsrail işbirliğiyle Barzani'nin hakimiyetinin ortadan kaldırılmak istenmesi, spontone bir gelişme mi zannediyorsunuz.

"Erdoğansız Türkiye" arzulayanların amacıyla, "Barzanisiz Kuzey Irak" tesis etme hamlelerini başlatanların temel felsefesi aynı. Ortadoğu'yu küçük devletlere ayırıp küşük komşular edinme projesinin önündeki en büyük iki engel şimdilik bu iki lider.

Özetle, Türkiye, Ortadoğu politikasında bir paradigma değişimine tez olarak gitmeli ve yarın kendi güvenliğini tehdit edecek bu projeyi, bölgeyle olan tarihsel bağlarına dayanan bir stratejiyle tersyüz etmeli.