Tahassür
Mavi Gök Yağız Yer
Yazılarımı
takip edenler düşünce ve medeniyet merkezli bir odak ile kalem oynatmaya
çalıştığımı fark etmişlerdir. Lakin bugün gönle mavi gökten tahassür kelimesi
düşünce, yağız yerde Recaizede Mahmud Ekrem’in şiiri yankılanıverdi: Âh
kim Pîrâye’min işte bu yerdir meskeni! Şu siyeh topraklar olmuştur o nûrun
mahzeni. Gelmedim on beş sene bilmem ne yanda medfeni. Oradan da
hatıra ve ruha SMA hastası çocuklar ve canlar düşüverdi. Çoğu zaman sağlığın
bizde olağan bir hal olduğunu düşünerek hastaneleri ve hastaları unutarak
yaşarız. Belki de hayat ancak böyle olağan sürdürülebilir? Her halükarda küçük
bir çocuğun hastalığına dermansız derman aramak bir anne-baba için çok can
yakıcı bir hâl olsa gerektir. Evlatları olanlar bilirler ateşli geçirilen bir
gece bile insanı nasıl yıprattığını. Bir de sağlığı düzelmeyen/düzelemeyen bir
evlada ve çaresi bilinmeyen bir hastalığın devasına tahassür nemenem bir şeydir?
Daha fenası ve acısı ise kendisi pis bir kâğıt parçası olan paranın varlığı ile
can paresi iyileşebilecekken bunun yokluğu yahut tedavinin satın alınamaması
ile o canın ellerin arasında kanat çırpıp gidivermesidir. Bu özlem, yanış ve
yakarışın bencileyin yaşamamış olanları ancak gevezeliğini yapabilirler. Lakin
olan bir acıya da hâldaş olmak için illa ateşe düşmek gerekmez. O minik
canların ellerimizden kaymamasının toplumumuza, devletimize bedeli nedir? Bu
mesele siyasileştirilecek, kutuplaşılacak bir konu hiç değildir. Bunu yapanın
haysiyeti sorunlu demektir. Bir an durup düşünün, evladınızın canı üzerinden
birilerinin siyasi söylemler düzüp, fanteziler geliştirip, itiş kakışa
kalktığını… Düşüncenize ve ruhunuza nasıl ateşler düşer. İşte bu sebeple
özellikle SMA hastası çocuklarımız ve tüm canlar için toplumun vicdanı devlet
organizasyonu ile kuvveden fiile geçerek bir tahassüre toplumca el vermek
insanlığımız için soluk olmaz mı? Boğulan ruhlarımız belki böylece incelip
nefes alır hale gelecektir. Recaizade’nin başka bir şiirinde dediği gibi: Gül
hazîn sünbül perîşan Bâğzârın şevki yok. Derdnâk olmuş hezâr-ı nağmekârın şevki
yok. Başka bir hâletle çağlar cûybârın şevki yok. Âh eder, inler nesîm-i
bî-karârın şevki yok. Geldi ammâ n’eyleyim sensiz bahârın şevki yok! Bizden bir canın ah etmesi yüreklerimizde
toptan bir vah olmuyorsa millet olmak, milliyetçilik, medeniyet falan gibi
sözlerin manasızlaştığı bir arafa düşmek kaçınılmazdır. Şevki olmayan bir hâl
ve hayatın manası sessizce sönükleşen bir gelecek demektir.
Hemhâl ve hemdert olmak tahassür halini müşterekleşmeye
taşır. Belki bir vuslat umudu… Hâlden anlamak erdemi… Recaizade bugün
tahassürle konuşmaya devam etsin: Söyle,
ben anlarım lisanından; Bu sükûtun yakışmıyor, söyle. Ne zaman düştün
asumanından? Yaşamak pek mi güç tahassürle? Sana lâkin, bütün ufuklar
açık. Pek sıkıldınsa âsumânına çık! Tahassürleri
unutunca insanlar hayatın olağan akışı içerisinde yana yakıla özlenenlerin
anne, baba, kardeş, kimi zaman vatan ve bazen bir anlam her neyse o unutulması
zihnimizi ve ruhumuzu biraz düzleştiriyor sanki. Sahi birbirimizin lisanın
anlıyor muyuz? SMA ve daha bir sürü şeyler yaşayan nice tahassürlerin
ülkesiyiz. Herkes tahassür denizlerinde yelken açmış bir yerlere gidiyor. Gül
hazin, sünbül perişan, bağzarın şevki yok. Bir bebeğin tertemiz gözleriyle
bakarak söyledikleri kadar temiz cümleler var mı cihanda? Tahassür kelimesi,
kelime müzemizde aslında milletçe baş üstü yapacağımız bir yerde duruyor.
Ankara’da açılan Kelime Müzesi Kale’de gelenleri Türkistan’dan Cumhuriyete
kadar farklı bir bütünlük içindeki düzenlenmiş musikisi ve kelimeleri ile
karşılıyor. Türkçe’nin derinliklerine ve kalbine yürürken bir şehrin
kelimelerine müze açması hassas bir hâl lakin daha iyisi yüreklerdeki tahassür
müzelerinin hâlden anlayan ve sağduyulu bir hassasiyet var etmesi değil midir?
Biraz
tahassürlü ve belki az dağınık bu yazı içinden dışını dışından içini göstermese
de Yaşamak pek mi güç tahassürle? Hâl imiş…
Vesselam