Tarihçiliğimizin matematiği yahut medeniyet yapısı odaklı tarihçilik
İslam tarihçilerinin büyüklerinden İbnü’l-Esir; “Doğu tarihlerine gelince, bunlar Batıda cereyan edenleri vermeyi ihmal edip bıraktıkları gibi, Batı tarihçileri de doğu da geçen olaylara ve haberlere önem vermeyip bırakmış oldular. Tarih meraklısı bir kimse bir olay zincirini araştırıp incelemeğe kalkarsa, çok sayıda ciltleri, o olayı değişik anlatan tarih kitaplarını araştırmak ve okumak zorunda kalacağı tabiidir. Ben bu usulsüzlüğü görünce, meydana gelen önemli ve gerçek olayları unutmaktan korkarak ve lüzumunda ona başvurmak için, doğu ve batı kralları ve memleketleri aralarında geçen vukuatı toplu olarak anlatan bu kitabımı hazırlamağa koyuldum. Ben ancak doğruluğunu bildiğim ve kitabıma temel olacak tarihçilerin namlı kitaplarını nazarı dikkate alarak inceledim. Faydalı bir çok notlar aldım. Yoksa karanlık gecelerde nutuk çekenlerden olmadım. Ben bu gibi kimselerin kaleme aldıkları bir olayı, senelerce anlattıklarını, hatta bu olayları aylara bölerek anlattıklarını müşahede ettim. Hiç şüphesiz, bir olay kesintiye uğradı mı, bundan bir sonuç çıkmayacağı gibi, kesintiler iyice okunup, incelenip bir araya toplanmadan o olay hakkında bir şey anlaşılmamış olur. İşte bu sakıncaları bertaraf etmek için hadisenin tamamını konuyu bozmadan bir araya topladım.( İbnu'l-Esir, el-Kâmil fi't-Tarih (Ter. Ahmet Ağırakça, Abdulkerim Özaydın), c.1, İstanbul, 1985, s. 2-3)”, kaydını düşerek hem yolunu anlatır hem de eleştirir. Karanlık gecelerde nutuk çekmemek ne demektir? İyice okuyup bir araya getirmek olayı anlamaya çalışmak neden gereklidir? İşte bu satırları okunduğunda muhteva bizde tarihçiliğimiz ve güncel meseleler hakkında bazı düşüncelere yol açtı. Bir araya toplanan bilgiler, birikim ve tecrübeyi bilmek bize ne kazandıracak ve biz bu noktadan sonar neyi görmeye başlayacağız sorusu bizi tarihin bâtını olarak İbn Haldun’da gördüğümüz ve bir teşbih ile tarihin matematiği dediğimiz noktaya getirir. Görünenin ardına bakabilen, olay ve olguları esasında analiz edebilen bir medeniyetin özündeki yapısını zuhura gelenlerden yola çıkarak okuyan bir akıl durumundan bahsediyoruz.
Deprem
olayları yaşadığımız günlerde bol demir, beton, çimento ve enkaz izliyoruz.
Canımız yana yana. Canımızı yakan öncelikli şey tabiki kaybettiğimiz
canlarımız. Lakin ondan daha can yakıcı olan kendi medeniyeti içerisinde faylar
üzerinde şehirlerini inşa ederken ham ve bayağı emeller uğruna kendi
hayatımızdan çalınanları izlemek oluyor. Bir medeniyetten bahsetmek mümkün mü?
Sahiden güvende miyiz? Başaramadığımız şeyler bu olup biten güncel facia kadar
can yakıcı. Tarihi boyunca şehirler kurarak dünyada dolaşmış ve kültür
zemininde medeniyet kurmuş bir millet kendi toplumunu beton çöplerinde yaşamaya
mahkum etsin, orada Safranbolu ve benzeri güzellikler dururken bu beton
bataklıklarında canlarımızı yitirelim. O derme çatma mecburiyet şehirleri
sonunda bir kısmımızı hunharca yuttu. Suç betonda mı? Bu binalara bakarken
insan hayata ve varlığa dair başka şeyleri de düşünüyor. Demek ki evleri ayakta
tutan beton, demir değil de onun arkasındaki görünmeyen matematik yahut
matematiğin görünmeyen gücü ile mühendisliğin beton ve demirle oluşturduğu
denge şehirlerimizi fiziken yaşatan. Manen yaşatacak olan ise liyakat, ahlak ve
insanlık… İnsan da böyle işte onu da var eden görünen biyolojik halinin
ötesindeki matematik, soyut hal. İnsanı insan eden ayakta tutan da bu. Ahlak mı
dersiniz, bilgelik mi dersiniz, töre mi dersiniz ne derseniz işte bir
medeniyeti de ayakta tutan aslında o arka planda var olan ama görünenin içinde
meknuz olan şey… Esasen tarihin dinamiği de tam burada seziliyor. Görünen
olaylar ve olgular dünyasının arkasındaki o yapı ve süreç anlaşılmadıkça, zaman
ruhu denilen o şey fark edilmedikçe, insanı var eden esasa ulaşılmadıkça tarih
etrafında gezinip içine nüfuz edemediğimiz bir efsuna dönüşüyor. İşte tüm
bunlar aslında varlığımızın hasılasını düşünmek demek olan tarih ve
tarihçiliğimizi düşünmeye de yol açtı: Ülkemizde tarihçiliğimiz büyük malumat
devşirmelerinin yapıldığı dev bir inşaat şantiyesi gibi. Belgeler, monografiler
ve sayfalarca malumatın sayılıp döküldüğü çalışmalar. Elbette bunlar çok
değerli ve bir başka aşama için olmazsa olmaz. Lakin tarihçiliğimizin gelmesi
gereken, kendi matematiğini fark etmesi icap eden o yere tam olarak ulaştık mı?
Fuat Köprülü neden büyük ve hala çokca aşılamadı. İbn Haldun’a neden hala tam
intikal edemeyiz? Sanıyorum ki bizler malumat cem etmenin ötesine geçip
nazariyelere varan, arka planları deşifre eden, yapıları ortaya koyan bir
tarihçilik zihnine henüz sahip değiliz. Batıda birşeyleri görüp taklide
çalışıyoruz, orada doktora yapmış kuş dili gibi yabancı dil konuşan ulemamız bu
konuya dair orada hiç mi birşey göremedi de bu konuya dair bir gelenek ya da
telif süreci başlamadı. Anlama ve açıklama konusunda hala neden yoksunuz?
Elbette bahsettiğimiz şey genç yaşlardaki mübdeti tarihçilerin işi değildir.
Bir birikim, emek, işine saygı, yıllara sari bir birikim ve daha önemlisi bunu
yapacak metodolojik ve zihinsel-felsefi bir donanıma sahip olmayı gerektirir.
İşte bu noktada başta bendeniz de dahil olmak üzere, daha deruni bakışla
incelediğimiz devrenin medeniyet merkezinde ve onu var eden esas yapıları
deşifre eden bir tarihçilik anlayışına varmadığımız takdirde medeniyet
çayırında aç ve açıkta gezmeye mahkumuz ve nice depremler de canımızı yakmaya
devam edecek gibi. Deprem bilimcilerin eski tarihlere atıf yaptığı konuşmaları
ilgiyle takip ettim. Modern bilim bu yolda tarihle ele ele veriyor. Hülasa
olaylar ve olguları, tıpkı beton ve demirler gibi, bir arada tutan, oluşturan
esası buna sembolik olarak ad verdiğimiz matematiği/bâtını deşeleyen bir nazara
ve pratiğe sahip olmadıkça yüzlerce, binlerce, milyonlarca tarih yazımı ve
asırlara sari muhtelif medeniyet tecrübelerinin varisi olmak hâli bir şantiyede
bekleyen tonlarca malzeme gibi ayrık ve manasız ortada kalacaktır.
Milletin
bu zor zamanında milleti ihya edecek bilgi geçmişteki tecrübelerin yeniden
yorumlanması ya da redaksiyonu ile oryantesi yoluyla veya muayyen bir kişi veya
grubun yeni bir bilgi üreterek millete hayatiyet vermesiyle mümkün
olabilecektir. Böylece millet hayatında yeni bir enerji üretilmiş olacak ve bu
da milletin yeniden harekete geçerek hayatiyetini muhafaza etmesini temin
edecektir. İşte bu yeni bilgi, yeni akıl ve yeni millet çağında ortaya çıkan
enerjinin maşeri vicdana dönüşerek milleti diriltecek bir hal alması, oluşan
enerjiden doğan düşünce ısısının işedönüştürülebilmesine bağlıdır. Hülasa
mühendislik malzemeyi toplamak bakımından önemlidir, lakin asıl mesele arka
planda herşeyi ayakta tutan esası ve hesabı iyi yapmaktır. Tarihçilikde de
malzemeyi toplamak evvelen lazımdır lakin bununla biten bir tarihçilik kariyeri
onca malzemenin toplanıp da bir bütün halinde bize bir yapı anlatamaması,
kronolojik bir yığından başka bir şeyin elimizde kalmaması halini düşünmeliyiz
diye maruzat kabilinden der-kenar düşmek istiyoruz efendim.
Vesselam