03 Ağustos 2023

Tavuk değilim, fakat yumurtadan anlarım

Aziz okuyucularım!

Malumunuz bu atmosferde günlerimiz de gündemimiz de hayli sıcak.

Bu itibarla bugünlerde serinlemek için koyu gölgeliklerde soğuk şeyler yiyip içmenin yanı sıra içimizi ferahlatacak, yüreğimizi serinletecek yazılar da yazıp okumanın tam zamanı diye düşünüyorum.

Okuma lütfunda bulunduğunuz bu yazı tam da bu gayeye matufen kaleme alındı.

Bu şehri İstanbul’un meftun olduğum en önemli yanlarından ve yönlerinden biri de sakinlerine buram buram tarih kokan mutena mekanlarda aziz dostlarla bir araya gelerek kahve kokulu sohbet ve muhabbetlere her daim nice kapılar aralaması.

Bu kadim şehirde kurduğumuz mütevazi dost meclislerinden birinin üç müdavimi var: kültür sanat, siyaset ve dava adamı.

Bahçelievler eski Belediye Başkanı muhterem Muzaffer Doğan Ağabey. Koşmuş, yorulmuş, akmış, durulmuş hatta  can evinden vurulmuş bir gönül, dert ve dava adamı muhterem Ethem Oral Ağabey. Bir de hayat okulunun bu iki muallimine talebe olmak için orada bulunan bendeniz. Bizi yakından tanıyanların sıkça duyduğu veçhile tesbihci, tembihci, tekbirci. Evet, üçümüz Fatih Cami’nin avlu duvarının hemen dibinde bulunan Dergah Çayevinde sıkça bir araya geliriz. Burada yer, içer, halleşir, dilleşir, söyleşir, dertleşir, “hal saridir” hakikatine canı gönülden ‘’eyvallah’’deriz.

Birbirimize umut, omuz ve moral vererek eskimeyen dostluğumuza çelik suyu veririz. Bu kıymetli dostlarla gerçekleştirdiğimiz her sohbet kelimesi kelimesine yazılmayı hak eden bir mahiyet arz ediyor. İçinde kaybolarak kendimizi bulduğumuz bu sohbetlerden en azından birini bari yazayım diyordum. Nasip bugüneymiş. Sıcak bir yaz gününün öğle namazına müteakip Dergah Çayevinin koyu gölgesinde serinlemek üzere yine üçümüz biraradayız. Nam-ı diğer Tesbihci Ethem Baba’nın elinde sapsarı usta işi şakıltısı tavanda yankılanan bir sıkma kehribar. Fakirin elinde gümüş işlemeli ’’MaaşAllah’’ turalı, oltu taşından bir tesbih.

Muzaffer Ağabeyin hemen önünde bir şiir kitabı. Göz kitabı görünce söz şiirden açılıyor. Muzaffer Ağabey önündeki şiir kitabının  tahlilini şu cümle ile bitiriyor:

’’ben üstadın öğrencisiyim. Şair değilim fakat şiirden anlarım.’’’

İşte bu cümle bugünkü muhabbet faslının girizgahı oluveriyor. Evet, mevzumuz bir şeyden anlamak için ille de o şeyi yapmanın gerekmediği. Meselenin üzerinde önemle duruyor, mevzuya dair nice cümleler kuruyoruz. Kurduğumuz cümlelerin içini anlattığımız hatıralarla doldurmaya çalışıyoruz. Şu hususu hemen ifade etmeliyim,  bu sohbet tamamen doğaçlama.

HOCA DEĞİLİM FAKAT  KUR’AN’DAN ANLARIM

Konuya dair ilk hatırat benden:

Tarsus’ta görev yaptığım camide Cemil Hoca isimli bir cemaatim vardı. Dini ilimlere dair diploması yoktu. Fakat merhum Kurra Hafız Buharalı Abdullah Efendi’nin talebesiydi. Bu zat yıllar önce Tarsus Müftüsüne giderek İmam efendinin okuyuşu ile ilgili bir serzenişte bulunur.

Müftü efendi  Cemil Hocaya ‘’Hocamızı yetersiz bulduğunuza göre herhalde siz daha iyi hocasınız’’diyerek bir göndermede bulununca, Cemil Hoca taşı gediğine şöyle koyar: ’’Hocam, ben hoca değilim fakat hocalıktan, hitabetten, kıraatten anlarım.’’

TAVUK DEĞİLİM FAKAT YUMURTADAN ANLARIM

Yazımıza başlık olarak seçtiğimiz Neyzen Tevfik’e ait şu hatırada Muzaffer Abimizden :

‘’Adamın biri kendince bir roman yazar ve yazdığı romanı incelemesi için Neyzen Tevfik’e getirir. Neyzen Tevfik kitabı şöyle bir karıştırdıktan sonra adama ‘’Sen roman yazma senden romancı olmaz’’ der

Adam Neyzen’e kızarak ‘’siz romancı değilsiniz fakat hüküm veriyorsunuz’’ deyince Neyzen şöyle der: ’’Evet, doğru ben tavuk da değilim fakat yumurtadan anlarım’’

SENİN YERİNDE BEN OLURDUM

Birbirinden ibretli hatıralara daha yeni ‘’Bismillah’’ demiştik ki köşemizin hacmi doluverdi. Yazımızın noktasını şu hatırayla  koyalım.

Tarsus’ta bulunduğum yıllarda lezzet uzmanlığımı imtihan etmek isteyen meşhur bir baklava ustası bana işçiliğinde fark edilmesi zor hatalar bulunan bir porsiyon baklava ikram etti. Ben baklavanın bir dilimini yiyip gerisini bırakınca meşhur ustamız sordu: ’’Azizim neden yemediniz? Bu baklavanın nesi eksik?’’

Bir şeyleri eksik işte, ustacım dedim ve ekledim:’’ Eksik olan şeyin ne olduğunu bilseydim sizin yerinizde ben  olurdum.’’