11 Temmuz 2015

TEAMÜLLER ÇİĞNENDİ BELKİ AMA SİYASETİN DE NAMUSU KURTULDU

Ve nihayet hükümeti kurma görevi 7 Haziran'ın en güçlü partisinin, AK Parti'nin Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu'na verildi.

Cumhurbaşkanı Edoğan'ın, bu görevlendirmeyi uzatmasının sıkça tartışıldığına tanık olduk. Bilhassa muhalefet, bu durumun "teamüllere" aykırı olduğunu dillendirdi.

O siyasi teamüllerin neye göre belirlendiğini sorsanız, ahlaki tek bir cevap alamayacağınızı da bilin.

Peki Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, hükümet kurma görevini bugüne kadar vermemesi bir siyasi taktik miydi?

İşin açığı bu konuda net birşey söyleyemesek de, muhalefetin sığınma limanı olan "siyasi teamülleri" ters yüz edecek bir strateji olduğu kesin.

Siyasi ahlaksızlıkların, millet iradesine tahakküm uygulayabilecek olası karanlık ittifakların önünü kesmek için iyi bir strateji(ymiş) aslında.

Tek başına hükümet kuracak sandalye sayısına ulaşılamaması durumunda, olası koalisyon formüllerini tartışma sürecini uzatmanın akıllıca olduğuna tanıklık ettik.

Meclis Başkanlığı ve Meclis Divanının luşmasından sonra görevlendirme, siyasetin etik değerlerini de korumak açısından olumlu oldu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın görevlendirmeyi seçimlerin hemen sonrasında yapmış olduğunu bir düşünsenize...

Partisi, son iki seçimden bile daha az oy almasına rağmen yüzde 60'lık blok martavalları ile zafer çığlıkları atan Kemal Kılıçdaroğlu,

Aldığı kimi "emanet" toplam yüzde 13 oy ile "SOL'i muzaffer" ilan edip Türkiye partisi teraneleri okuyan Selahattin Demirtaş,

Bir önceki seçime oranla sadece yüzde 3 ekstra oyun sarhoşluğunda, sandığın tek galibinin kendisi olduğu edasıyla herkese eksen belirleyip, koalisyon formülleri yazarak siyaseti domine etmeye çalışan Devlet Bahçeli,

Yüzde 41'lik oyla 13. kez de sandıktan galip ayrılmasına rağmen, seçmenin verdiği uyarı ve 13 yılın amortisman payını hezimet olarak okuyup özgüven kaybının esiri olmuş AK Parti...

Psikolojik üstünlüğün yüzde 25 ile seçimin hezimete uğrayan CHP'de psikolojik çöküntünün de sandıktan en büyük çıkmasına karşın 276 sayısını bulamadığı için kimyası bozulan AK Parti'de olduğu bir tablo.

Böyle bir tablo varken ve siyasetteki gri alanlar dağılmadan yapılacak görevlendirme ve koalisyon denemeleri sağlıklı olamazdı elbette.

Ne oldu bu arada peki?

Mesela CHP'nin seçimin galibi değil gerçek kaybedeni olduğu netleşti. Kemal Kılıçdaroğlu'nun kolduğunu garantiye almak için seçim sonrası yaptığı zafer açıklaması ve yüzde 60 blok tanımlaması çöktü. Bu bloğun, siyaseten hiçbir karşılığının olmadığı, sadece Erdoğan düşmanlığı üzerine kurulan söylemin histeri nöbeti olduğu belirginleşti.

Meclis Başkanlık seçimlerinde, koalisyon formülleri üzerine geliştirilmesi muhtemel gayri ahlaki pazarlıkların önüne geçilmiş oldu.

Bir anlamda siyasetin namusu korundu. İşte, MHP ile CHP arasında süregelen kimi görüşmelerde, HDP'ye karşı rezervini açıklayan MHP'yi yumuşatacak ve tabanına verdiği taahhütleri "aldatmaca" yollarla çiğnetecek formüller şimdi şimdi ortalığa saçılıyor.

Seçimin hemen akabinde, aldığı "emanet" oylar dahil herkesin beklentilerine cevap vereceklerini ve Türkiye partisi olduklarını açıklayan, yüzde 13'ün solun zaferi olduğunu deklare eden HDP'nin, Türkiye'nin değil PKK'nın partisi olduğu anlaşıldı. HDP'nin değil, Kandil'in söylediklerinin HDP açısından esas alınması gerektiği somut bir şekilde ortaya çıktı.

Meclis Başkanlığı seçiminde ahlaksız ittifakların önü kesilince meclisin en büyüğü olduğunu adayının seçilmesi ile anlayan AK Parti'ye o bildik özgüven tekrar geldi. Siyaseti domine edecek tek unsurun kendisi olduğunun farkına vardı bu parti.

Daha yalın bir şekilde ifade edecek olursak; evet görevlendirme gecikti belki ama bu gecikme, siyasetin namusunu kurtardı en başta.

Vesayet bloklarının millet iradesi ve TBMM üzerindeki tahakkümünü arttırmaktan başka bir işe yaramayan ve siyasetin namusuna halel getiren o teamüllerden biri daha çökmüş oldu.