27 Kasım 2016

Tebliğ hakkında akla gelen, önemli birkaç soru?

Tebliğ ve irşad vazifesinin, kötülüklerin tavan yaptığı şu zamanda her Müslüman üzerine farz olduğunu, konuyla ilgili evvelki yazılarımızda söylemiştik. Bu çok mühim vazifenin önemine ve konunun genişliğine binaen, ilgili bazı soruları da ele almayı uygun gördüm.

GÜNAHKÂR BİR MÜSLÜMANDA TEBLİĞ YAPABİLİR Mİ?

Bu konuda ilim sahibi bir grup, günahkârların tebliğ yapamayacağını öne sürmüşlerdir. Bu görüşlerine de Kuran-ı Kerimden şu ayeti delil olarak göstermişlerdir.

“İnsanlara iyilikle emreder de, kendinizi unutur musunuz?” (Bakara 44)                                                                        

Ancak ehlisünnet âlimler, bu konuya açıklık getirmiş ve ayetten çıkarılan yanlış anlamayı şu şekilde açıklamışlardır. “Günahkâr bir Müslüman tebliğ yapamaz!” diye bir hükmü kabul edersek “O zaman günahsız, hatasız bir Müslüman var mıdır?” sorusu üzerine tebliğ yapacak hiç kimse kalmayacaktır. Çünkü ayette kişiler iyiliği emretmelerinden dolayı kınanmamıştır. Söz konusu kınamaya sebep, insanlara yapmış oldukları iyilik emrine kendilerinin riayet etmeyerek kötülük yapmaya devam ediyor olmalarından dolayıdır. Ayette iyilikle emretmeyi bırakmak değil, söyledikleri öğütlerden kişinin önce kendisinin tesirlenmesi emredilmiştir.

Hz. Enes'ten (Radiyallahi Anh) rivayet ediliyor. Biz Allah Resulüne (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sorduk: “Ey Allah'ın Resulü! Biz iyiyi tamamen işlemedikçe emredemez miyiz? Kötülükten tamamen sakınmadıkça menedemez miyiz?” Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize şu cevabı verdi: “Siz iyiliğin tamamını işlemeseniz dahi iyiliği emrediniz. Siz kötülüğün tamamından sakınmasanız bile kötülükten sakındırınız.” (Taberani, Mu'cemü'l Evsat hadis no:6628, Mu'cemü's Sağîr hadis no:981)

Yani bugün hepimiz, günahlara bulanmış bir hayat sürmemize rağmen, “benim kendime hayrım yok”, “ben anlamam, bilmem…” gibi vesveselerden sıyrılıp, seferberlik derecesinde tebliğ ve irşad vazifesine sarılmamız gerekir.

Sonuçta herkes, bildiğinin âlimidir. Namazın farz olduğunu, içkinin-kumarın haram olduğunu da bilmiyor değiliz ya?!

İçki içiyorsak ta, bir kardeşimizi kumardan koruyabiliriz.

Kendi gözlerimizi tam koruyamasak ta, birbirine fazlaca yakınlaşmış gençlere “daha az samimi olmalarını rica edebiliriz.”

Dostlarımızla bir aradayken televizyonu kapatıp, hoş bir muhabbete kapı açabiliriz.

Namazlarımız daha beş vakit olamadıysa da, kıldığımız zamanlarda bir kardeşimizi daha çağırabiliriz.

Hatta kendi günahlarımızda dolayı başımıza gelen felaketlerin bir başkasının başına gelmeden onları uyarabilir, kendi pişmanlığımızı örnek gösterebiliriz.

“Ben kredi çektim, sen çekme” deriz. “Ben yedim, sen yeme” deriz. “Ben gittim, sen gitme” diyebiliriz.

Her zaman aklımızda bulunması gereken bir kaide vardır “Bir şeyin tamamına ulaşılamıyorsa da, tamamı terk edilmez.”

Padişahın “Kıyamet ne zaman kopar?” sorusuna, âlim kişinin “nemelazımcılık arttığı zaman” diye cevap verdiği, kıssayı bilirsiniz. Günahlarımız bizi nemelazımcı yapmadan, göstereceğimiz gayret Allah'ı razı edecek ve başta kendi günahlarımızdan kurtulmamız için gerekli olan manevi kuvveti bize kazandıracaktır, inşallah.

“... öğüt vermeye devam et; çünkü öğüt müminlere fayda verir.” (Zariyat suresi 55) Gönülden gelen merhamet yüklü bir tatlı söz, bir insanın hayatında büyük bir başlangıcın temellerini atabilir. Ve bir insan, koca bir kâinat kadar değerlidir Allah katında. Ahirette kurtuluşumuz olacak el, belki de bu dünyada günahkâr halimizle el uzattığımız kardeşimizin eli olabilir.

Haftaya,

İŞLENEN BİR GÜNAHINI AÇIĞA ÇIKARMAK GEREKİR Mİ?

TEBLİĞ YAPAN KİŞİNİN KİBRE KAPILMASI NORMAL MİDİR?

Sorularını inceleyeceğiz inşaAllah.