Tecrübe

-Ruzname; Kelime Günlüğü'nden-

Anlamlar ve algılar, hakikinin reddiyle aslına zıt hükümler giydiğinden beri savaş ve barış en çok yara alan kelimelerden oldu.

Haritaları yeniden düzenleme ve bu bağlamda Osmanlı'yı parçalama güdümlü Birinci Dünya Savaşı ve tarihin görmediği büyük göçlere ve kıyımlara yol açan İkinci Dünya Savaşı, sadece fiziki bir dünya tasarısı olmakla yetinmedi; müdafaa, soykırım, savunma, teyakkuz, sınır hattı, etnik köken, milliyet, işgal, ihtilal gibi kelimelerin tıpkı savaş ve barışta olduğu gibi kamudaki karşılıklarını medya gücüyle parçalara ayırdı.

Kendini aynı düşünceyi savunur bulan her grup ya da kitle için “ama”lı, “ancak”lı ve zaman zaman birbirine zıt manaları karşıladılar.

Bu iki savaşla gelen yeni dünya tasarısı, bir ülkenin kendi içindeki bağımsızlıklarını ve toplum huzurunu tehdit eden yeni kelimeler taşıdı hayatlarımıza: Darbe, terör, kökten dinci, radikal İslamcı, işgalci güçler, nükleer tehdit, sınır tehdidi, kapalı toplum, açık toplum ve daha birçok kelime ve kavram…

Parçalanmaya ve kavram kargaşasına sayısız örnek verilebilir. Diğer taraftan tarih aktarımının “şimdi”yle ilişkisiyle ortaya çıkan parçalama ve politik kargaşa, gündemi darmadağın etmeye elverişli gedikler açacak kadar ileri gitti.

“Görece” tarih yazımı ve aktarımı, güdümlü düzeneklerin mihengi olarak sunulur oldu. Kolektif hafıza, tarihin tekilleşmesi, mikro tarih, hafıza hakkı, geleneğin icadı, hafıza turizmi, aktarılan ve yaşanmış tecrübe gibi kavramlar, yakın ya da uzak tarih değerlendirilirken verilerin politik nesne olabilmesi ölçüsünce satranç tahtasında konumlandırıldı.

Bir milletin yazdığı tarih “yeni dünya” standartlarına uymuyorsa yalan ve iftira, uygun ise mikro tarih tanımlaması üzerinden -yalnızca duygusal ya da çıkarcığa varan sivil hafızaya dayansa dahi- mutlak kabul edilir oldu.

Somutlaştırırsak, küreselizmin Türkiye'ye yönelik “Ermeni Soykırımı” saplantısı ve PKK-PYD'nin Türkiye'nin bütünlüğüne ve coğrafyaya yönelik tehdidinin bir “barış hareketi” olduğu safsatasının her gün yanına yeni eklenen tarih kuramlarını aktarırken dahi dünya kamusuna misal olarak sunulması, yukarıdakileri izaha kâfi gelecektir.

Dünyada yaşanan bir zulüm, bütün bu kelimeler ve daha fazlası eşliğinde dünyanın en büyük ajansları tarafından servis edilirken olan biteni bütün gerçekliğiyle o akış üzerinden öğrenmekten mahrumuz. Afganistan 11 Eylül'den bu yana, Doğu Türkistan Çin esaretinde tutulduğundan beri kapalı kutu. Raporlanabilen, istatistiklere endekslenebilen verilere sahip değiliz. Mazlumların şahitleri ve onların sivil cesaretinden öğrendiklerimiz var sadece.

Savaşlar eşliğinde savaş mahallerini ve savaş algılarımızı yeniden tasarlayan dünya, onu cephede yensek bile hem masada hem de kamuda defalarca yenik düşme tecrübesiyle bize çok şey öğretti:

Bir şeyler döndüğünden şüphe duyduğunuz bir yerden çığlık duyamıyorsanız, bu oradakilerin çığlık atacak gücü olmadığından, tehdit altında bulunmaları yüzündendir.

Bir cephedeki sessizlik, orada hiçbir şey olmadığı anlamına gelmez.

Zaman zaman fotoğrafları servis edilen dünyaya en “kapalı toplum”u Guantanamo'da neler yaşandığı yıllardır çetin bir şekilde sorgulanırken kendi memleketinde işgalci olmakla suçlanan, konuşma yasağı bulunan o memleketin asıl sahibi  toplumlar için durum daha da vahim demektir.

Yugoslavya parçalanırken hedefe konan Bosna'daki ve ABD'nin Irak işgalindeki soykırım ve uygulanan sayısız savaş suçunun, savaşla uzaktan yakından ilgisi yoktur; Batılı için savaş sözkonusu ise bu durum yalnızca “işgalci güçlerin” giydiği bir kisvedir.

Türkiye ve ordusu söz konusu olduğunda;

Teknoloji yalnızca hayatımızı kolaylaştırmaz; fotoğraflar, videolar, ses kayıtları, her türlü hareketli görüntü bir başkasıyla değiştirilebilir, çatışmalarda düşman sathında sanki siviller hedef alınmışçasına yeni bir kurguyla “hazmedilemeyen haklı”, dünya kamusunda “hazımsız haksızlar” tarafından küçük düşürülebilir.

Kurgulanmış savaş mahallerine dair görüntülerin aslı astarı anlaşılsa bile, bu durumu düzeltmek neredeyse imkânsızdır. Hakiki cephede siperlerin arkasını önünden daha çok seven Batı, siperlerin ön yüzünü arkasına tercih eden askerimizin karşısına dijital ortamda çıkmayı yeğler ve savaşmaktan ziyade provokatif işgalci kimliğiyle var olmayı seçer.

“Etnik kimlik” silahı ve “özgürlük ve barış” vaatleri işgalcilerin parçalama işini kolaylaştırır; ancak “Diyarbakır Anneleri” bu parçalamaya direnişin kapısını aralamış ve terörün canına yettiğini ortaya koyarak normal bir hayata özlem duyduklarını en insani şekilde dile getirme cesaretine kavuşmuşlardır.

Batı hiçbir zaman yalnızca olan bitenle yetinmez.

Ve öğrendik ki;

Harita tasarımcılarının karşısında durup parçalanmaya, bölünmeye karşı durmak, insani olanı ve masumu korumak anlamına geliyor.

İnsani olanı savunan hiç kimse durduk yere savaşmaz. Şimdinin huzuru ve geleceğin müdafaasına yönelik tehditler arttığında kendinizi savunamazsanız, gün gelir bugün “Barış Pınarı Harekâtı”na itiraz edenleri bile karşınızda bulursunuz.

Bütün bu kafa karışıklıklarına ve bölücü güdümlü taarruzlara kafa tutarak barış için savaşa giden koca yürekli askerimizin ve onların yanında saf tutan herkesin Allah yardımcısı olsun.

 

***

Künye: Tecrübe, Arapça kökenlidir ve deneyim; deney; görgü anlamlarına gelir. (TDK Türkçe Sözlük)