Tefekkür Erbabı ile Tefekkür

Gündelik hayatın sıradanlığını bozan bazı karşılaşmalar tefekküre sevk ediyor insanı. Elbette yer, zaman ve karşılaşılan kişinin tefekkürü tetiklemedeki payı mühim.

Geçtiğimiz günlerde şair yazar mütefekkir Kemil Eşfak Berki'nin Yazarlar Birliği'ne (TYB İstanbul) yalnızca bir çay içimi niyetiyle uğrayışı ve birikiminden kıymetli bir tutamla bizi buluşturacak denli ziyaretini uzatma inceliği, nitelikli bir sohbete ve tefekküre vesile oldu.

Edebiyat ve dahi tümüyle sanat, sınırlarını kolay kolay çizemeyeceğiniz kadar hayata sirayet ediyor. Şair Berki ise düşüncesini ve inancını edebiyata yontmuş bir usta. Bu yüzden incelikli zihin yoruşları, o anlatırken somutlaşan bir düşünce akışına dönüşüyor.

Bir İstanbul beyefendisi olan Berki'nin kalemi, 1970'lerin başından bu yana işliyor. Yeni yayımlanan bir şiiri, denemesi, eleştirisi ya da çevirisi edebiyat çevremizde heyecan uyandırıyor. Bu vakar, birikimine duyulan saygınlığı besleyen bir özgünlük barındırıyor. Zamanın çoğaltamaya teşvik eden ve tüketen hızından etkilenmiyor, seyrini bozmuyor.

Yayımlanmış iki şiir kitabı bulunuyor. Ay Işığı ve Kervan ile Çocuğun Miracı. Edebiyatın yayın cihetine dair yoğunlaşmış ilgisine ve titiz takibine şahit olunca nesirlerinin neden hâlâ kitaplaşmadığını sorguluyorsunuz elbet. Belki de bu katkının önemini anlayan bir yayıncıya ihtiyaç duyuluyordur?

Olanca ustalığına rağmen, yeniye ve öğrenmeye son derece açık. Hayatın ve edebiyatın altbaşlıklarına dair bakış açısının değiştirecek argümanlarla karşılaşmaktan ürkmüyor. Ve ne mutlu ki yazma heyecanını, acelesiz düşünüşlerine ve dipdiri zihnine eşlik ederken izleme imkânı buluyorsunuz. Bunu yine kelimelerinde yakalıyorsunuz.

Mehmed Âkif, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç'tan bahsettiğimiz ilk fasılda detaylı kritikleriyle buluştuk. Edebiyatımızın kirişi sayılan bu şairlerimizin eserlerini, hayatlarının izleğinde hazmedişine dair tutamlar nakletti. Bir devri uyandıran değerlerimizi, klişe pasajlarla anmanın ne kadar tatsız tuzsuz bir işe dönüştüğünü hatırlattı. Bu fırsatı her zaman yakalamak mümkün değildi. Çünkü iyi ve çok yönlü bir kritik, yeni okumaların ve öğrenmelerin heveslisi yapıyordu sizi.

İlk sohbetten yakaladıklarımız zihnimizde dönüp duruyordu ki, ikinci bir fasıl mümkün oldu. Bu defa eleştiri boşluğundan konuşma imkânı bulduk. Batılı ve Rus yazarlardan, edebiyattaki ideolojik etkilerden, devrim iddiasıyla yollara düşüp romantizmden öteye gidemeyen edebî yaklaşımlardan, yenilikçi romanlardan, bozuluşa uğramış kayıp şairlerden dem vurduk.

Kamil Eşfak Bey, bizi fikir açıcı yaklaşımlar ve tespitlerle buluşturdu. Eleştirinin niteliği ve niceliği üzerine verimli tespitler elde ettik. Bu sohbet anlarından kalan ve cebimizde nadasa bıraktığımız sorular şunlar oldu:

Hayat üç günlük; yaşadıklarımızı, duyduklarımızı, okuduklarımızı, tanıdıklarımızı hangi dar vakitlerde hazmedeceğiz?

Son günlerde en hazırlıklı, en zihin yorulan işlerin bile özensizlik ve üstünkörülükle itham edilişi bu hazmedemeyişin bir sonucu mu?

Vaktiyle önü kesilen, yasaklanan, fikrî değersizlikle yaftalanan, haksızca esirgenen, irtica-hainlik-İrancılık suçuyla mühürlenen her türlü basın yayın ve faaliyete dair serbestliğini geri kazandığımız bir dönemde, bu kadar huzursuz işbirliğinden uzak oluşumuzla yeterince yüzleşmemiş olabilir miyiz?

Her bir soru, uzun düşünüşlere ve incelemelere ihtiyaç duyuyor.

Kim bilir Kamil Eşfak Bey ile bir gün bunları konuşma imkânı bulabiliriz belki. Her konuşmada yeni sorular peyda olacak ve yeni sorulara ve düşünüşlere kapı araladığı için kendisine hep müteşekkir kalacağım.