Temaşa -4: Uyumun Resmi

-Ruzname; Kelime Günlüğü’nden-

İslam mimarisi hakkında müstakil bir eseri bulunan rahmetli Turgut Cansever (İslâm’da Şehir ve Mimari), bu eserinde, “…mimarî bir ‘irade’ yahut ‘kudret’ sembolü değildir. Başka deyişle bir fetiş (şirk) nesnesi haline gelmemiştir. O, dünyayı güzelleştirmenin bir aracı ve İslâmî durum ve tavır alışların bir yansımasıdır. Bunlar (durum ve tavır alışlar) da İlâhî İrade’yle uyum içinde gelişen İslâmî bilinç ve inançların ürünüdür.” İfadesine yer vermiş. Bu cümlenin önemi, satır arası ve mesajının kıymeti, eminim bugün daha iyi anlaşılıyor; daha fazla dikkate alınması gerekiyor.

Mimarinin, yaradılış itibariyle “güzel” olan dünyayı insana mesken eylerken güzelleştirmeyi sürdürmeye hizmet etmesi gerektiğini açıklamış Cansever. Burada önemle ilahî iradeyle uyumu vurgulamış.

İslam mimarisinin, yeryüzünün engebelerine (topografyasına), insan tabiatına, İslami yaşayışa ve etrafında kendinden önce inşa edilmiş mimariyle uyum içinde olduğu, tarihî sürecine bakıldığında anlaşılabilir. Hatta uyum, İslam mimarisinin temel estetik kaidelerinden biri olarak kabul edilmiştir ve bütün İslam coğrafyasında dikkate alınmıştır. Dolayısıyla bu mimari aykırılık, inkâr, bozgun ve kargaşaya hizmet etmez. Bütün bunların yanında güzelliği vurgular ve ilahî düsturu hatırlatmaya gayret eder. Şehir yapıları, imrendirici bir ahengin ritmini hissettirir. Her yeni yapı tamamlayıcı yahut diğerlerini tamamlayıcıya dönüştüren ana yapı olmalıdır. Yani mevcudun değeri yadsınmaz. Uyumun temeli de burada atılır.

Bugün yaşadığımız şehirlere uyum arayışıyla baktığımızda, karşımızda biçim ve malzeme kargaşası çıktığı muhakkak. Eski yapıların yenilerle uyumsuzluğu, onların eskimişliğinden ileri gelmiyor elbette. Yeninin eskiyi hiçe sayması görsel kaos meydana getirdiği gibi, insani olandan da uzak duruyor. Zira İslam mimarisinin ana öğesi olan insan, her merhalede dikkate alınan bir unsurken; modern mimaride ucuz malzeme ve işçilik başı çekip tasarımda aykırılık arayışı da moda olmaya elverişli fikirlerin fasonlaştırarak insani olandan, kullanışlılıktan uzak, mekanik ve kaba biçimlerle donatıyor etrafı.

Son elli yılda inşa edilen yapıların pek azı estetik bir görünüm sergiliyor. Öyle olanlarda geleneksel izlere rastlamak pek mümkün.

Elbette uyum ve estetikten bu derece uzaklaşmanın temel sebebi betonlaşma. Betonlaşmanın başlıca sebebi de ekonomi. Doğal malzeme (ahşap, taş, mermer), kalabalıkların tüketimine sunulmayacak kadar pahalı. Artık önemli kamu binalarında dahi böyle bir tercihe yoğun şekilde rastlanmıyor. Eski yapıların restore çalışmaları da hem malzeme hem de işçilik yönüyle epey pahalıya mal oluyor.

Deprem ve çoğalan tabii felaketler sebebiyle daha hafif malzemeyle tasarlanmış “güvenli” yapılar revaçta. Estetik ve uyum ise bu şartlarda lüks sayılıyor. Betonarme veya çelik malzeme ise yerini prefabrik olarak adlandırılan, hafif malzemelerle yalıtılmış, taşınabilir evlere bırakmaya başlıyor. Dünyanın birçok yerinde, bir ömür evinin borcu için çalışmak istemeyen, hayatını küçülterek minik evlere, karavanlara taşınanlar artıyor.

Mutlu azınlık dışında kalan orta ve az gelir grubundaki dünyalılar, kendileri için kurgulanan konservatif meskenler içinden kendine ve bütçesine en uygun olanı seçiyor, ferdî algısına göre küçülttüğü dünyasını yeniden kurgulayıp uyum ve estetiği kendi özelinde inşa ediyor ya da edemiyor. Çoğunluk için bu konuda özel bir gayret söz konusu değil. Piyasada en revaçta olan eşyaları bir araya getirerek birçok benzeri olan evler kuruyorlar. Buna özel gayret edenler ise az masrafla zevkine, yaşam biçimine, inancına göre bir mesken kurgulamaya gayret ediyor. Deneye yanıla kendine uygun olanı seçip buluyor.

Anlaşılıyor ki uyum, ancak özel bir gayret neticesinde mümkün. Eskisinden çok daha zor. Zira yaradılışına uygun bir hayatı, inancını yaşayabileceği bir yaşam alanını önceleyenler için dünya o kadar da uyumlu bir yer değil artık. İnatla fıtrata uyumsuz yapılar çeviriyor etrafımızı. Ev girişlerinde bir nefeslik dinlenme alanları yok artık. Su tesisatı sebebiyle mutfaklar tuvaletlere yakın kurgulanıyor. Ayakkabıları çıkarmak için evin içinde bir alan bulunmuyor. Binalar giderek yükseliyor ve çoğu daire sağlıksız bir manzaraya bakıyor. Bir mesken ne kadar müstakilse o kadar pahalı. Dolayısıyla çoğu yapı insanla uyumsuz.

Günümüzün mimari darboğazında, bilerek yaradılış karşıtı olana teslim olmamak adına, kendi küçük dünyamızı ihtiyaç duyduğumuz uyum ve uygunlukla kendi duvarlarımız arasında inşa etmemiz mümkün olabilir. Bu gayret şartlar ne olursa olsun, iyileştiricidir.