Temaşa -6: Yitimin Bir Yüzü
-Ruzname; Kelime Günlüğü’nden-
Yer, Osmanlı İstanbul’u.
Vakit, Meşrutiyet sonrası.
Birinci Dünya Savaşı,
Osmanlı coğrafyasını lime lime parçalarken “İstanbullu” mutlu azınlığın kendi
içindeki eğlence odaklı debdebesi de sürmektedir. Bu aldırmazlık öyle tabiidir
ki söz konusu kesimden birinin konağına kapılanmış bir hizmetçinin dahi
yakınından geçmez savaş. Cepheye gitmezler, gidenle de işleri yoktur. Cepheye
giden halkla ve dahi Anadolu insanı ile olan tek bağları, kıtlık yüzünden
fiyatları yükselmiş temel gıda ve tüketim maddelerini bulunduğu depodan
çıkarmak ve yüzlerce katına pazarlamaktır.
Eski, güngörmüş, saray
mensubu hanımların, beylerin tuhaf hâlleri ve gönül maceraları yanında, o dönem
“harp zengini” diye sınıflandırılan, hiçlikten alınıp sanki kuşatma kulesiyle cemiyete
fırlatılmış servetleriyle mirasyedileri sollayan ve buna rağmen kabalıklarını
yontamayanların hanelerinde türlü rezaletler yaşanır. Alaturka ya da alafranga,
her türlüsünden eğlenceye adanmış ömürlerle dolu konaklar sıra sıra dizilidir
Boğaziçi’ne. Şişli’de bir daire ve değişmez Beyoğlu tutkusuyla beraber…
Bu manzaralar Refik Halid
Karay’ın İstanbul’un Bir Yüzü romanında fragmanlar hâlinde sıralanır.
Karay, Osmanlı Payitahtı’nın son demlerinde yaşanan kültürel çöküşün maddi ve
manevi resmini, bu romanda teşhir etmiştir.
Romanın kahramanı İsmet,
işte bu konakların birinde halayık olarak yetişmiş, yaşına rağmen sayısız
vukuat görmüş, her kesimden insan tanımış bir kadındır. Çocukluk arkadaşı Kâni
ile gayri meşru bir ilişki sürdürmektedir. Bir gün Kâni’nin eşi Şâyan’ı ziyaret
için oturdukları adaya ve konaklarına gelir İsmet. Tam da o gün Şâyan geceden
karar verdiği, hizmetçi ve uşağı evlendirmek üzere düğün hazırlığı içindedir.
Roman boyunca usanmadan hep gözleyen, soruşturan ve izleyen konumunda olan
İsmet, eğlencenin tam ortasına düşmüştür yine. Evdeki coşkulu hareketliliği, dört-beş
saat eğlenmek için dökülen paraları ve zahmetleri görünce hayrete düşer. Gerçi
bir zaman önce, eski büyük konaklarda sırf eğlenmek için ‘sahte’ düğünler tertip
edildiğini dinlemiştir eski büyük hanımların birinden. Şâyan da öyle bir evde
yetişmiştir ve bu hikâyeleri dinlemiş olmalıdır ki eğlenmek uğruna bir düğün
tertip etmek zahmetini çeksin. Kâni’nin evinde, normal şartlarda hiç kimseyi
ilgilendirmeyen bu düğünün bir anda en önemli iş gibi hürmet görmesi sırf bu
yüzdendir.
Adadaki diğer servet
sahibi komşular önemli bir düğüne gelmişçesine şık giyinmiş ve takıp
takıştırmıştır. Meşrutiyet’in birleştirdiği bir ev hayatı vardır artık. Harem
ve selamlık birleşmiştir. Ev sahibi yoksa da düğünden payını almak isteyen iki
erkek misafir bile vardır bu yüzden. Hatta flört edecekleri kadar da rahat bir
ortam temin edilmiştir. Ev sahibesi ve misafir hanımlar buna dünden razıdır.
İsmet daima izleyen olduğu
için düğün boyunca hep zihniyle konuşur insanlarla. Kalabalığa bakıp hepsinin
yarım yamalak eğitiminden ve maddi gücü ile kazandığı itibarla övünmesinden
anladığı, sonradan görme takımından olduklarıdır. Aralarında bulunan iki
erkekten birinin etrafını sarmış olan bir grup kadın, tasa nedir bilmedikleri hâlde
biteviye kocalarından hoşnutsuzluklarını dile getirerek kur yapmaktadırlar.
Başka bir tarafta ise poker masası kurulmuştur. Münakaşa ise hiç eksik olmaz.
İsmet bu çehrelerden ve
konuşmalardan epey sıkılmış hâlde davetli kızlarının bulunduğu odada alır
soluğu. Hepsi de daha birkaç yıl evvel zenginliğe kavuşmuş ailelerin
çocuklarıdır ve servetleriyle ıslah olma ihtimalleri güngörmüşlerle vakit
geçirmedikleri ve hep kendi konumlarındaki akranlarla beraber oldukları için
pek mümkün görünmemektedir. Hoş, serserilikte yetişkin hanımların da onlardan
bir farkı yoktur. Lokman ruhu ya da morfin bağımlıları da az değildir.
Refik Halid’in hikâyelerinde
sıkça rastladığımız eleştiri dili, romanda İsmet’in gözüyle ortaya seriliyor.
İsmet’in zaman zaman konumunu aşan meseleler konusunda malumat sahibi olsa da,
İstanbul’da tanımadığı kimse bulunmasa da, hatta arada bir cinsiyetini
unutacağımız kadar belgesel anlatıcısı durumuna gelse de, üslubu son sayfasına
kadar merakı körüklemeye yetiyor. İsmet’in kim olduğunu, toplumda neyi temsil
ettiğini sık sık unutturuyor. İstanbul da İsmet gibi simgesel bir forma, dönüşümün
olumsuzluklarını yansıtan bir fona dönüşüyor.
İstanbul, asrileşme kasırgasında
asude vakitlerinin sonuna gelmiş bir şehirdir bu anlatımlarda. Sonradan da
anlaşılacaktır ki gün be gün her bir güzelliğinin son deminde yahut bir sonraki
devresinde olduğunu hissettirecektir:
“İstanbul daha ziyade
eski devirlerde şahsiyetli ve ehemmiyetliydi.
Şimdi renksiz ve sefil…
Dar fakat süslü, alafranga bir apartman odasında oturup dışarının tramvay ve
otomobil seslerini işiterek şu satırları elektrik ziyaları altında yazarken
parama ve istiklaline rağmen hiçbir zevk duymadım.”