03 Nisan 2018

Toprağın mefhumundaki eskimeyen zamanlar

Kâh çıkarım gökyüzüne, seyrederim âlemi Kâh inerim yeryüzüne, seyreder âlem beni derken Seyyid Nesimi bir denge, ahenk haline işaret eder. Bu dengenin bozulması düşünceyi yolundan çıkarır, anlayana… Aliya, yeryüzünün öğretmeni olmak için gökyüzünün öğrencisi olmak lazım derken ne diyordu? İkisi de usul ve bilgi gerektirir. Suret makamında hakikati izleyene zor olsa gerek. İster gökte var olan yıldızları, ister varlığı gözleyin denge bozulmuşsa murada vuslat muhaldir. Kendimizi düşünmek de böyle dikenli bir yoldur.  

Anadolu'yu merkez alarak Türklüğü düşünmek, onu tarihi sürekliliğinden bağımsız ve yayıldığı umumi coğrafyasından mahrum bir perspektife hapsetmek değildir. Anadolu, var olduğumuz tüm coğrafyaların, binlerce yıllık kültür süreci ve sürekliliğinin, devlet kurma ve yönetme tecrübesinin ve İslam'ın oluşturduğu çerçevenin fevkalade otantik bir hamulesinin karıldığı, bir mayanın üretildiği ve insanlık denizine Nasrettin Hoca kavlince ya tutarsa niyetiyle karılıp hayretle tutan o büyük düzenin görüldüğü çevrenin merkez coğrafyasıdır. Türkistan'dan binlerce yıl içinde kullanılan müşterek kelimelerin Anadolu'da hâlâ görülmesi, yemeklerin yenmesi, türkülerin söylenmesi, İslam'ın binlerce yıllık terakümünün kristalize olduğu yer olarak Anadolu bizi var eden temellerin teşekkül ettiği yerdir. 12. asırdan beri Türkiye olan bu coğrafya, kendini düşünmek, aramak ve bulmak isteyen zihinler açısından verimli bir yenilenme kaynağıdır. Nurettin Topçu merhum bu yolda “Anadolu'nun bugünkü insanının gözünde hem bir Battal Gazi ve Alp Aslan, hem de bir Yunus Emre ve Nasrettin Hoca kökleşmiştir. Nasrettin Hoca, zekâsında bile derin derin gizlenmiş duran felaket ve derdin açtığı yarayı asıl Yunusun ruhunda görmeli. Anadolu'yu Buda'nın ve Schopenhauer'inkine hiç benzemeyen asıl kendi metafiziği içinde tanımalı. (...) Bu kâinat metafiziğini, ona İslâm dini vermekle beraber, İslâmı yaratan amillerden bambaşka coğrafya şartları altında yaşayan Anadolu, kendi benliğinde bu dinin kâinat görüşünü, insan felsefesini ne kadar derinden değiştirmişti.” tespiti ile ruhumuzu ve fikrimizi yenileyecek malzemenin burada temerküz etmiş olduğunu gösterir. Karacaoğlan kavlince hülasa etmek gerekirse Yaylamızı lale sümbül bürüdü Gel oldu gidelim de bizim ellere. Bizim ellere gitmek için uzakları yakın eden yer Anadolumuz hazinelerini açmak, lale sümbüllerle bizi süslemek için bekliyor.  

Makul bir yenilenme/Rönesans fikri, görünenin arkasındaki manayı geçmişin değerlerinden alıp günün imkânlarını bu ilhamla şekillendirip geleceğin formlarını teşekkül ettirmek yoluyla mümkün olacaktır. Bu yolda kendimizden korkmadan geçmişi didikleyip günceli bu manada anlamlandırmak önemlidir. Atatürk, DTCF'yi kurarken bu düşünce ile Türk Tarih Kurumu ile birlikte bu Fakültenin birleştiği bir ufukla zamanda var olmayı düşünmüştü. Toprak gibi olmak; mazinin tohumlarını günde yetiştirmek, bunu fonksiyonel bir anlam dünyası içinde temsil etmek ve hayatı bu manada teşekkül ettirecek bir tefekküre haiz olmak önemlidir.

Nurettin Topçu bir arayışın adamıdır. Kaybettiğimizi ararken Anadolu'nun bu zengin imkânlarından yararlanılması gereğini düşünür: Kendimizi yine kendimizde aradığımız şu anda ruh dünyamızda bir Rönesans yapmak, devletimizin Anadolu'da kurulduğu günden bu yana kazanılmış en büyük zaferi olacaktır. Bu Rönesans, bir romantizm ile beraber doğacak, yani bugün perişan ve mağlup duygularımızdan ve buna rağmen hamleye hazır kalbimizin çarpıntısından hayat alacaktır. Bizim romantizmimiz tohumlarını, bir taraftan dağları dile getiren aşk destanlarıyla Anadolu'nun halk edebiyatında, diğer taraftan ilahi ruhu yeryüzüne vahiy aydınlığı halinde indiren Selçuklu mimarisinde bulacaktır. Zehirli otlar elbette yolunacak, sapkınlıklar ve yabancılıklar bertaraf edilecektir.  Burada Anadolu tohum, bizim düşünce zeminimiz ise bir topraktır. Bu haseple bireyler birer vatan hükmüne geçerken Anadolu tohumunun zihinlerimizde yeşermesi ile vatan yeniden kendi manasıyla gün üzerinden buluşacaktır. 1071'den beri var olduğumuz bu yerde binlerce yıllık maziye sahip bir milletin ve diyanetin hafızası olan zihinlerimiz bugünkü şaşkınlığından, bu tohuma toprak olarak çıkışı bulabilecektir. Zihinlerimiz toprak olup vatan ile yeşermedikçe, her türlü milli ve manevi hazinelerimiz aylakça çevresinde gezindiğimiz, anlamadan kendileriyle safdilce övündüğümüz bazen de sövdüğümüz şeyler olma ötesinde bir kıymeti harbiyeye haiz olmayacaktır. Karacaoğlanım ne güzel söylemiş: Gayrı bizim elin kara çalısı Gül oldu gidelim bizim ellere. Karaçalıda gülü görecek gözler için bizim ellerde çok şey var.  Geleneğin sonsuz “an”ından “an”ladıklarımızla var olacağız.  

Peki bu nasıl olacak? Topçu'nun tabiriyle Rönesans nasıl gerçekleşecektir: Düşüncenin hürriyete kavuşmasının, dıştan gelen otoritelerden sıyrılmak ve içten gelen ihtiraslardan korunmak sayesinde kabil olduğunu da biliyoruz. Her çeşit otoritelerle his ve menfaat zincirlerinden kurtuluş, hakikatlerin kutsal kapısını bize açacaktır ki, bu ulvi açılışa Rönesans diyebileceğiz. Bu cümleler bize bir düşünce geleneği olmadan bu açılış söz konusu olamayacaktır. Topçu'ya göre, Türk milliyetçiliği için de Rönesans yapmanın zamanı gelmiştir. Bu noktada Topçu merhum kendince yol haritasını tanımla başlayarak mektepte biten süreç kısaca çizer: Rönesans yeniden doğuş manasındadır. Her Rönesans insanlığın yaptığı bir iman hamlesidir. Rönesans'ın bir başka karakteri de aşka teslim oluş kelimesiyle ifadelendirmek istediğimiz ferdiyetçilik, lirizm ve tabiat sevgisidir. Ferdi dehalar rönesansı yarattıktan sonra rönesansın cemiyet içinde yayılması, devamı ve bekası için, Rönesans duygusu verebilen mektebe ihtiyaç vardır. Burada Rönesans kavramını bir öykünme olarak polemik konusu yapmadan Topçu'nun lafzında ziyade mefhumuna yoğunlaşmak yerinde olacaktır. Maksat geçmişte oyalanmak değil geleceği düşünmektir.

Yunus'un Anadolu'nun, tohumu Türkistan uçup gelen, sarı çiçeğiyle iman ve aşk ile bağlanan lirik coşkusuyla Türkçe soruşması bu zeminde ilham ve tüm söylenenlerin hülasası olacak güçtedir. Âlemi gökte seyredenleri, âlem yerde böyle seyrediyor işte…

Toprağı uğrunda ölünür kılan şey hatırına yaşamayı da gerektirendir.