22 Mart 2018

Türk İdrakinin Hakikati 2

Ulu Han Ata Bitigçi adlı eserdeki efsanevi bilgiler arasından Türk idrakinin hakikatini takibe devam ediyoruz. Önceki yazıda yaratılış meselesinin muhtevasını değerlendirmiştik. Türk idare tarzının muhtevasındaki esasın İbn Haldun ve Thomas Hobbes gibi müelliflerin gösterdiği devletin varoluş mantığı açısından, daha doğrusu onlara da görünen pratikteki gerçeğin nasıl var olduğunu göstermek istiyoruz. Bunu Orhun Abideleri'ndeki devlet aklıyla birlikte düşününce Türk devletinin nasıl bir güçlü zeminde var olduğunu görmek mümkündür. İbn Haldun'un insanın medeniyet tabiatlı olduğu, kendisini korumak üzere birlikte yaşamayı tercih ettiği, insan doğasındaki taşkınlığın düzenleyici bir otorite ile engelleneceğine dair görüşleri sonraki dönemde Hobbes tarafından da tekrar edildi.

İşte biz kadim Türk efsanesinde yaratılış sonrası oluşan durumda, bahsedilen düşünürlerin fikirleriyle mutabık ve teyit eden bir mahiyette olduğunu görüyoruz. “Ulu Kara Tağçı denilen dağın doruğunda bir mağara vardır. Mağaranın ağzında, çeşitli mücevher ve değerli taşlarla süslenmiş kızıl altından bir kapı bulunur. Kapıda muhafızlar ve hizmetkârlar vardır. Mağara, buralarda yaşayanların mabududur; "Kara Tağçı için" diye yemin ederler. Büyük ataları bu mağaradan yaratılmıştır; adı Ulu Ay Ataçı'dır. Yine aynı mağaradan yaratılan ilk kadının adı da Ulu Ay Anaçı'dır. Onların pek çok çocukları olmuştur. Nüfusları çoğalınca aralarında anlaşmazlıklar çıkar; birbirlerine haksızlık yapmaya başladılar. Sonra, haksızlığa uğrayanın hakkını vermesi için bir başkan seçmeye karar verdiler. Ulu Ay Ataçı'nın en büyük oğlunu hükümdar yaptılar. Türklerden ilk tahta oturan hükümdar odur. (Kaynak: Ahmet B. Ercilasun, Türklerin Türeyiş Efsaneleri: İlk Atalar, Yeniçağ). Burada İbn Haldun ve Hobbes'un bahsettiği varoluş durumunu Türklerin devletlerini teşekkül ettirdikleri bir pratikte görüyoruz. Türk Devleti bu manada zamanı aşan teşekkül keyfiyeti ile hayretamiz bir vaziyeti gösteriyor. Türk Devlet Felsefesi yazılırken bu bilgilerle yeniden düşünülmelidir.  

Orhun Abideleri işte bu yolda, teşekkül eden devletin nizam ve gaye çerçevesindeki muhtevasını daha teferruatıyla bize aktararak zihnimizde bir süreklilik teşekkülünü sağlar. Bu devamiyet hali bizi millet yapan ve mensubiyetimizi tayin eden Türk olmanın esasını belirler. Orhun Abideleri de yaratılışla başlar: “Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında insan oğlu kılınmış.” İşte bu durum yukarıdaki efsanede bahsedilen yaratılış esası sonrası devletin teşekkülünü gösteren bilgiyle devam eder. “İnsanoğlunun üzerine ecdadım Bumın Kağan, İstemi Kağan oturmuş. Oturarak Türk milletinin ilini, töresini tutu vermiş, düzene soku vermişTanrı gibi Tanrı yaratmış Türk Bilge Kağanı, sözüm: Babam Türk Bilge Kağanı… Sir, Dokuz Oğuz, İki Ediz çadırlı beyleri, milleti… Türk tanrısı üzerinde kağan oturdum. Oturduğumda ölecek gibi düşünen Türk beyleri, milleti memnun olup sevinip, yere dikilmiş gözü yukarı baktı.” İl, töre ve düzene sokuvermek olarak bahsedilen konu İbn Haldun ve Hobbes teorisinde gösterilen bir topluluğun medeniyet temelli davranışıyla devletini kurmasının tezahürünü gösterir. Bu durum da Türklerin medeni en eski milletlerden biri olduğunu gösterir. Türklerin dip tarihi göçebe bir güruhun sergüzeşti olmaktan çok uzak ve farklıdır. Tahta oturan kağan kitabelerde bunu açıkça söyleyerek devam eder: “Babam kağan uçtuğunda kendim sekiz yaşında kaldım. O töre üzerine amcam kağan oturdu. Oturarak Türk milletini tekrar tanzim etti, tekrar besledi. Fakiri zengin kıldı, azı çok kıldı….Varlıklı, zengin millet üzerine oturmadım. İçte aşsız, dışta elbisesiz; düşkün, perişan millet üzerine oturdum…  Milleti besleyeyim diye kuzeyde Oğuz kavmine doğru; doğuda Kıtay, Tatabı kavmine doğru; güneyde Çine doğru on iki defa ordu sevk ettim … savaştım. Ondan sonra Tanrı buyurduğu için, devletim, kısmetim var olduğu için, ölecek milleti diriltip besledim. Çıplak milleti elbiseli kıldım. Fakir milleti zengin kıldım [23] . Az milleti çok kıldım. Değerli illiden, değerli kağandan daha iyi kıldım. Dört taraftaki milleti hep tabi kıldım, düşmansız kıldım. Hep bana itaat etti….” İbn Haldun korunma ve beslenme ihtiyacının bu birlikte yaşama ve otoritteyi kabul etmede ana insiyaklar olduğunu söyler. Görüleceği üzere Türkler işte bu muhtevayla, gayeyle ve gayretle devletlerini kurmuş ve siyasetlerini sürdürmüşlerdir. Elbette tüm bunların şartı liyakattir: “Bilgili kağan imiş, cesur kağan imiş. Buyruku bilgili imiş tabiî, Cesur imiş tabiî. Beyleri de milleti de doğru imiş. Onun için ili öylece tutmuş tabiî. İli tutup töreyi düzenlemiş.

 

Klasik ve modern siyaset felsefelerinde görülen muhtevanın Türk efsane ve kitabelerinden bize ulaşıyor olması Türklerin medeni ve düşünen bir milleti olup, devlet düşüncelerinin de bu manada ileri düzeyde teşekkül ettiğini gösteriyor. Haksızlığa uğrayana hakkını vermek töresi ve bunun hatırlattığı İbn Haldun ve Hobbes'a kadar gelen teşekkül fikrinin otantik bir tezahürü, ileri düzeyde devlet yapısında insanlığa katkımız ve devletimizin özüdür. Bu idrakin güncel mirasçıları köken düşüncelerini ve süreçteki hallerini düşünürken bu şekli ve fikir bir teşekkül ve tefekkür sürecine sokmalıdırlar.

 

Türkler yaratılıştan beri töreli, devletli idiler. Vesselam…