Türkçe ne zaman Müslüman oldu?

Meşhur menkıbeye göre Yunus Emre, üç bin şiir söylemiş. Şiirler onun vefatından yıllar sonra Molla Kasım diye birinin eline geçmiş ve dere kenarında onları okumaya başlamış. Okudukça “bu ifade şeriata aykırı, bu haram, bu sakıncalı” diyerek üç bin sayfalık kitabın yaklaşık iki binini birer birer dereye atmaya devam ederken şu meşhur beyit ile karşılaşmış:

“Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme / Seni sigaya çeken bir Molla Kasım gelir.”

Molla Kasım bu kısmı okuyunca adeta suçüstü yakalanmış gibi Yunus’un büyüklüğü karşısında mahcup olmuş, pişmanlık duymuş ve yapacağını bilemez bir halde suya attığı şiirleri kurtarmak istemiş ama nafile. 

Görünüşe kandığını, şiirlerin özünü anlayamadığını, onun şiirlerinin tasavvufi bir derinliğe sahip olduğunu fark etmiş ve nihayetinde Yunus Emre‘nin büyük bir mütefekkir olduğunu anlamış ancak ne çare ki elde bin şiir kalmış. 

Arif Nihat Asya, Molla Kasım’ın “ḳasam قسم  [#ḳsm faˁal msd.] pay etme, bölme, ölçü ve değer tayin etme” kelimesinden hareketle “pay eden, bölen” anlamında Yunus’un kendisi olabileceğini ifade eder.

Sezai Karakoç da XIV. yüzyılın, Mevlana, Hacı Bektaş ve Veli Yunus Emre gibi büyük şahsiyetler tarafından hazırlanan bir “ruh şöleni yüzyılı” olduğunu belirtir. Yunus Emre, bu şölene şiirlerinde ortaya koyduğu dil, üslup ve ahlaki anlayışıyla büyük değer katmıştır. 

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ifadesiyle Yunus, Türkçenin içinde uçan bir yıldız olmayı, öyle görünmeyi tercih etmiş ve şiirlerinde ses, söz ve anlam dengesini başarıyla kurarak yaşadığı dönem için olduğu kadar, günümüz için de geçerli olabilecek güçlü bir şiir dili meydana getirmiştir. 

Nurettin Albayrak’a göre Yunus Emre’nin bütün divanlarında kullandığı 4.154 kelimenin 1.040 tanesi Divanu Lügat’it-Türk’le örtüşmekle birlikte 1.146 tanesi Süheyl ü Nevbahar’da mevcuttur. Ayrıca 1.429 tanesi ise Dede Korkut Hikâyeleri’nde kullanılmaktadır. Yine Yunus’un kelime kadrosu hem Âşık Paşa hem de Sultan Veled’e göre daha geniştir. Mezkûr eserlerden ilkinin 11. yüzyılda, ikincisinin 15. yüzyılda, sonuncusunun ise 15. yüzyılda yazıya geçirildiği düşünülürse, Yunus şiirlerinin mezkûr “medeniyet nehrinde” akıp gittiği görülür.

Said Hurşit ve Mustafa Tatcı, Yunus Emre’nin divanlarındaki kelimeleri incelemişlerdir. Hurşit, Fatih nüshasında 2555 kelime tespit etmiş ve bunları sınıflandırmıştır. Buna göre 1191 Türkçe, 967 Arapça, 181 Farsça, 10 Yunanca, 3 Latince, 2 Ermenice, 1 de Cermen dillerinden kelime vardır. Tatcı ise 14 Yunus Divanı’ndaki 417 şiirde, 4154 kelime tespit etmiştir. Bu kelimelerden 2380’i Türkçe, 1227’si Arapça, 518’i Farsça, 29’u ise diğer dillere aittir. Bu cümleden olarak Süleyman Çobanoğlu’nun “Türkçe, Yunus’un önünde diz çökerek Müslüman olmuş bir dildir.” tespiti yorumunu bulmaktadır. Bu durumda Yunus Emre’nin dili için Türk-İslam medeniyetinin dili demek yanlış olmaz. Yani daha sonra Osmanlı Türkçesi olarak adlandıracağımız dilin temeli Yunus Emre tarafından atılmıştır. 

“Ete kemiğe büründüm / Yunus diye göründüm” mısralarındaki sembolik anlatım Yunus’un alelade bir şair olmayıp aksine onun bir dava adamı / medeniyet şairi olasına delalet eder. Çünkü onun şiirlerinde dile getirilen hususlar bu medeniyetin temel değerleridir. Nitekim Karakoç da “dağdan eğri odun getirmemek” meselesini Yunus’un “hep ideal çizgiler peşinde koştuğunu” ve onun şiirinin sansüel, duygucu bir plâna değil, ideal bir plâna sahip olduğuyla açıklamaktadır.

Yunus Emre Divanı incelendiğinde, eserde “insanın kemâle ermesi” temel mesele olarak addedilmiştir. Şaire göre Hakk’ın kapısı, kâmil insan ile açılır. Çünkü kâmil insan, Kur’an’ı Kerim’i ve Hz. Peygamber’i bilen ve ona göre hayatını tanzim eden kişidir. Halk içinde Hak ile birlikte olmak, dünyevi istekleri terk edip nice meziyeti kendinde barındıran derviş, onun kâmil insan anlayışında önümüze koyduğu bir figürdür. “Dervişlik dedikleri hırka ile taç değil / Gönlün derviş eyleyen hırkaya muhtaç değil” (s. 193) beyti ve buna benzer mısralarda bu görülebilir. Buradaki en mühim mesele, insanın kendini bilmesi yani nefsini terbiye etmesidir. Büyük şair, insanın önce kendini bilmesi gerektiğinden bahsederken çok bilinen “İlim ilim bilmektir ilim kendin bilmektir” (s. 129) mısraına benzer olan “İlim okumaktan gerek kendözünü bilmektir / Kendözünü bilmezsen bir hayvandan betersin” (s. 272) ifadelerini de kullanır. Bunlara ilaveten “’Men arefe nefsehü’ dersin evet değilsin” (s. 286) mısraıyla Hz. Peygamber’in “Kendini bilen / tanıyan Rabbini bilir.” hadisine atıfta bulunur. Kendini bilmek insan-ı kâmil olmanın başlangıcıdır. Çünkü bu “yaradana teslim olma”yı da beraberinde getirir. Bu teslim oluş “Ne dilersen Hak’tan dile kılavuzla gir bu yola” ve “Aşk erine dünyada ne ipek ne elbise gerek” şeklindedir. 

Beşir Ayvazoğlu, Yunus Emre’nin yüzyıllardır halkın duygu ve düşünce dünyasını besleyen kendi çağını aşmayı başarmış birkaç Türk şairinden biri olduğunu ifade eder. Yaratana ve yaratılana olan sevgisi, hayata ve insanlara bakışı, engin bir gönle sahip olması, eserlerindeki samimi, içten ve akıcı bir dil ile üslubu onun önemli özelliklerin bir kaçıdır. Tanpınar’ın ifadesiyle Yunus, altı yüz yıl evvelinden bugüne bir kapı açmış; ondan sonra nesiller hep birlikte artarda o kapıdan geçmiş ve onun sesini dinleyip okuyarak bugüne gelmiştir. 

Sonuç olarak Yunus Emre, bir Türk – İslam medeniyeti şairidir. Eserleri iyi bir şekilde incelendiğinde onun iyi bir Kur’ân ve Hadîs bilgisi ile tasavvuf idrakine sahip olduğu anlaşılır. Yani onun sevgisinin kaynağı İslâm’dır ve bu nazarla insanlara bakmaktadır. Bu itibarla onun insan sevgisi, en küçüğünden en büyüğüne kadar bütün yaratılmışlara şamil olan “Allah sevgisi” olarak görülmelidir. Bundan sonra insanı kâmil olan Hz. Peygamber sevgisi gelir. Daha sonra bunları tamamlayan ve mezkûr medeniyetin temel değerleri olan edepli, adil ve sabırlı olma, cömertlik, doğruluk, alçak gönüllülük, vefakârlık, kanaatkârlık, yardımseverlik, çalışkanlık gibi erdemlerin ön plana çıktığı söylenebilir.