08 May 2017

Türkistan bizimdir

Bir gün önce İslamabad'da konuştuklarımızın aynısını ertesi gün İstanbul'da konuşuyorsak sorunlarımızın ortak olduğu açıkça ortaya çıkar.

Ümmetin problemi aynı. Doğu Türkistan meselesinde halkların ve idarecilerin tavırları da maalesef benzerlik gösteriyor. Geçtiğimiz hafta Perşembe günü İslamabad'da Doğu Türkistanlı kardeşler ile bir toplantı yaptık. 8 aile, 50 civarında Müslüman Uygur'un Pakistan'dan sınırdışı edilme tehlikesi mevcut ve neler yapılabilir, bunu istişare ettik. Cumartesi günü ise İstanbul'a geldim ve yine Doğu Türkistanlı 21 Müslümanın bu defa Türkiye'den Çin'e gönderilme tehlikesi ile karşı karşıya olduğumuzu öğrendim. Yazıktır, günahtır, emanettir, ihanettir.

Oysa sadece Müslüman oldukları için zulüm, işkence ve katliama maruz bırakılan Doğu Türkistan'da yaşayan Uygurların durumu, tüm dünya Müslümanlarının üzerine bir sorumluluk yüklemektedir.

Doğu Türkistan'daki petrol kaynaklarının 21 milyar tonu aştığı ve kömür doğalgazda en büyük rezervlerin biri olduğu bilinmektedir.  Bu doğal kaynaklar bakımından dünyanın en zengin ülkelerinden sayılması gereken Doğu Türkistan, maalesef şu anda "geri kalmış bir ülke" hüviyetinde olup, halkı kendi topraklarında yoksulluk içinde yaşamaktadır. Bunun başlıca sebebi, bu zenginliklerin talan edilircesine Çin'e taşınması ve ülkede kurulu bütün sanayi tesislerinden sağlanan gelirin Pekin'e aktarılmasıdır. Nitekim Çin yöneticileri, Çin'in ham madde zenginliklerinin % 85'inin Doğu Türkistan'dan elde edildiğini itiraf etmektedirler. Kısacası, Doğu Türkistan dünyanın en zengin ülkelerinden biri olmasına rağmen, belki en fakir bir topluluktur.

Doğu Türkistan'ın sömürge sürecine göz attığımızda ise Doğu Türkistan halkına acımasızca etnik temizlik uygulandığını görüyoruz.

Çin, din ve vicdan özgürlüğü meselesinde de en çirkin uygulama ve kısıtlamaları Türkistan'da gerçekleştirmektedirler, Dünyada başka hiçbir yerde olmayıp sadece Doğu Türkistan'da rastladığımız bir insan hakları ihlali ise camilere giriş çıkışların sınırlandırılmasıdır.

Camilerin kapılarına asılan listelerde camiye girmesi, camide ibadet etmesi yasak olan kişiler belirtilmektedir. 18 yaşın altındakiler, memurlar, işçiler, emekliler, belediye görevlileri, parti mensupları ve kadınlar yasaklı listesinde bulunmaktadır. Oysa aynı bölgede Budistlere ait tapınaklar da mevcut olmasına rağmen o tapınakların kapısında içeri girmesi yasaklı olanların listesi asılı değildir.

Ayrıca bir mahallenin sakini diğer başka bir mahalledeki camiye namaz için gitmesi yasaktır. Doğu Türkistan'ın birçok vilayet ve ilçelerinde yeşil renkli özel camii giriş kartları dağıtılmış olup kartı olmayanların camilere girişlerine izin verilmemektedir. Elbet bunları büyük şehirlerde yapmıyorlar. Bu da göstermektedir ki Çin hükümeti, Müslümanlara yönelik hem dinî hem de etnik ayrımcılık yapmakta ve bunu gizleme ihtiyacı dahi görmemektedir.

Örneğin Aksu'da 2015 yılının başlarında Doğu Türkistan'ın Ayköl nahiyesinde Hasan EMİN adında bir genç vefat eden annesinin “yedisi” ve “kırkıncısını” çıkarmadığı ve yine vefat eden ablasının cenaze namazını kendisinin kıldırdığından dolayı tutuklanarak “illegal dini faaliyet” yürütmekten yargılanarak 10 yıllık hapis cezası almıştır.  

Maalesef, bütün İslam dünyası yaklaşan Mübarek Ramazan ayının getireceği manevi huzur ve sevinç atmosferini beklerken Doğu Türkistan halkı bu kutsal ayı, baskı, yasaklar,  operasyonlar ve kanlı baskınlarla sıkıntılı günler olarak bilmek ve çekinmektedir. Çünkü Çin zulmü en fazla Ramazan aylarında kendini hissettirmektedir.

Bu nedenle mazlum Müslümanların kurtuluşu için mücadele yürütmek her Müslümanın görevidir. Doğu Türkistan'a sahip çıkmak hepimizin görevidir.

Türkistan bizim onur davamızdır.

Türkistan bizimdir.

***

BETON KİTLELER ARASINDA YİTİRDİĞİMİZ RUHUMUZ

Şehirlerimiz çarpık yapılaşma ile yağmalandı ve zengin üretme araçları "Göğü yaran Konutlar" ile donattık her yeri.

Şehirlerimiz, evlerimiz, köylerimiz, mahallelerimiz, sitelerimiz, odalarımız, ekranlarımız, giysilerimiz, yediklerimiz, içtiklerimiz, her şeyimiz Batılılara benzedi.

Mevcut kat mülkiyeti kanunu ile bizi topraksızlaştırdılar, kat irtifakı vs diyerek anamız ağlıyor da fark eden yok.

Çarpık kentleşme hem büyük aileyi ortadan kaldırıyor, hem kırsal nüfusu ve doğal tarımı, hem de doğal hayatı sekteye uğratıyor.

Mimari insanları aşırı enerji tüketimine zorluyor. Ayrıca kentlere toplanmış nüfus gerektiğinde o ülkenin işgalini kolaylaştırıyor.

İslam dünyası en hızlı şehirleşen ve megakentlere dönüşen dünya.

Biz gökdelenlere çıkarak topraktan ve özümüzden uzaklaşmış olduk.

Beton kütleler arasında ruhumuzu yitirdik.

Selamı yayan, helalleşme kültürüne sahip şehirler ancak karşı koyabilir bu kesik dansa karşı.