Türkistanlılık yahut Türkistan'dan Türkiye'ye çağlar içinden kendi özümüz
Türkistanlılık bir mefkûre, şahsiyet ve mesuliyet kavramıdır. Kavram tarihi mitolojik- popüler-politik bir çerçeveyi ifade etmez. Mefkûresi medeniyetçi milliyetçilik olarak kavramlaşan hareket, kendi yolunda medeniyet mesuliyeti taşıyan bir mefhumu karşılar. Bu yoldaki şahsiyet, şüphesiz esasını tarihten ve onun içindeki kendözümüzden alır. Bir nezaket, incelik ve hassasiyet tarihini taşır. Burada bir teklif olarak üzerinde hala tartışılırken tarihimizi kendözümüzü daha vazıh ortaya koyacağını düşündüğümüz bir tasnif ve isimlendirmeyi teklif etmek isteriz: Türkistanlıların tarihi esasen Türkistan Çağı ve Türkiye Çağı olmak üzere iki ana döneme ayrılabilir. Türkistan Çağı tarihin mitolojik zamanlarından Selçuklulara kadar (11-12. Asırlar) Türkistan; Afganistan, Hindistan, İran’a ve bunların kuzey ve güneyindeki hatta kadar ola coğrafyada cereyan eden devreyi içine alır. Türkiye Çağı ise (12. Asırdan 21. Asra) Yakın Şark’ta Selçuklular sonrası cereyan eden Doğu Akdeniz havzasını Türkiye eyleyen dönemdir ki son büyük devletimiz Türkiye Cumhuriyeti bu coğrafyadadır. Karadeniz’in Kuzeyi, Doğu Akdeniz, Afrika ve Avrupa’nın doğusundaki tüm tarihi serencam bu devre dairdir. Bu tarih ile Türklerin medeniyeti içerisinde toplum-devlet-şehir üzerinden medeniyetçi bir tarih okuması ile şahsiyetin esasları ortaya çıkar.
Kendözümüzün tarihini
bilmek, bunu bir bilgelik ve medeniyet kaynağı haline getirmek; gelecek adına
toplum-devlet-şehir merkezinde bir medeniyet mefkûresini gerçekleştirmek
mesuliyetin esaslarındandır. Şüphesiz bu çerçeve her şeyi kapsar ve açıklar
değildir. Lakin bugün tüm bağımsız Türk devletlerinin Tarih Kurumları ve Milli
Eğitim bakanlıkları bu çerçevede bir bütünlük içerisinde kendözümüze bakmayı
devlet siyaseti edinirlerse şüphesiz Türkistanlılık gerçekleşme yolunda
zihniyet ve bilinç ekseninde ciddi bir mecraya girmiş olur. Her şeyin esası,
özü insandır; o nasılsa hayat ve tarih de öyledir.
Türk tarihine medeniyetçi
ve umumi Türk tarihi çerçevesinden bakarak düşünmek şüphesiz siyasi, askeri,
sosyal, kültür ve iktisat tarihi gibi alanların hepsini toplum-devlet-şehir
tarihi başlıkları altında düşünmeye de imkân sağlayacaktır. Mefkûresi
medeniyet, şahsiyeti tarih ve mesuliyeti bilgelik olan bir insan Yesevi
çerçeveli karakterin yeniden ihyası olmaz mı? Bu tekliflerimiz daha önce ortaya
koyduğumuz üniversite teklifimizle birleştiğinde şüphesiz nazari ve ameli mana
ifade eden bir alt yapıyı mümkün kılabilecektir. Lakin bunların insan ile
hayatta konuşur, yürür ve yaşar olması lazımdır.
Devletimiz
Türk Devleti yahut Vatanımız Türkiye
Devletimiz Göktürklerden
başlayarak Türk/Türkiye Devleti olarak zaman zaman doğrudan isim alarak 100. yılına
eriştiğimiz Cumhuriyetimiz de olduğu üzere Türkiye Devleti’dir. Devletimiz
içinde Göktürklerden itibaren Türkistan Çağından itibaren bu durumu izlemek
mümkündür. “Türk tarihinin Türkçe en eski
yazılı kaynaklarından Orhon Yazıtları’ndan tespit edildiği şekilde, kurulan
devletin adı, bizzat Gök-Türklerin kendi ifadeleriyle Türk (Türük) devletidir
(Aydın, E., Orhon yazıtları Köl Tegin, Bilge Kağan, Tonyukuk, Ongi, Küli Çor.
İstanbul: Bilge Kültür Sanat, 2017, s. 47, 48, 49, 103, 106, 108, 109). “Tarih yazınında bu devletin adının diğer
Türk tarih yazıcılığındaki dönemlerle karıştırılmaması için olacak, 1728
yılında varlıkları keşfedilen Orhon Yazıtları’nın 1893’te ilk kez Thomsen
tarafından okunmasından kısa süre sonra 1896’da Bang tarafından Gök-Türk tabiri
ilk kez kullanılmış (Taşağıl, A. (2014) Gök-Türkler I-II-III. Ankara: Türk
Tarih Kurumu Yayınları, s. 6-7), ardından günümüze kadar gelen çalışmalarda da
Gök-Türk/Gök Türk, Kök-Türk/Kök Türk, Türük, Göktürk, Köktürk gibi kullanımlar
söz konusu olmuştur.” Görüleceği üzere Bizans ve Çin kaynaklarında Türkiye
olarak adlandırılan bu bölgedeki devletimizin adı Türk Devleti idi. Bunun yanında İslamî dönemin başında
Türkistan Çağı ile Türkiye çağının arasında yer alan Karahanlılar devleti olarak
adlandırılan devletin bu adı olması Türk tarihinin bütünlüğünü örtmek isteyen
Rus zihninin ürünüdür. Bu devletin
mütehassısları kaynaklara dayalı olarak adının Türk Hakanlığı olması konusunu
gündeme getirmektedirler. Bu devletin de ismi Afrasyab’a dayalı menşeleri ve
kaynaklarda geçen Haniyetü’l-Etrak/Türk Hanları olarak adlandırılması
gösteriyor ki devletimizin Türk adı taşıması bu İslam’a geçiş devresinde de
devam etmiştir. Memlûk tarihçisi el-Makrizi Sultan Baybars’ı anlatırken Memlûk
tarihçiliğinden görülen karşılaştırma yapmak sadedinde Tuğrul Bey ile Baybars’ı
karşılaştırır. Bu meyanda Selçuklu Türk Devleti’ni (Devle et-Türk es-Selcûkî) kuranın
Rükneddin Tuğrul Bey ve Rükneddin Baybars’ın ise Türk Devleti’ni (Devle
et-Türk) ‘Ayn Câlûd olayı sonra kuran olduğu kayıt edildiğini Selçukluların Türklüğüne dair başlıklı
yazımızda ortaya koymuş idik. Hülasa bizim şu an kurduğumuz bağlantıyı görmek
ve bunu ifade modern zamanın milliyetçi olarak yaftalanan aklına has bir durum
olmayıp kendözünü bilen bir idrakin süreç ve süreklilik bilincine dair bir
durumdur. Görüleceği üzere Selçuklular ve Memlûkler de aynı ismi alarak
tarihimizin Türkistan Çağından Türkiye Çağına geçişteki devletlerinde de
görülen bir durum idi. Nihayet güncel vatanımız ilk kaynaklarımızda Biladu’r-Rum
yani Roma ülkesi olarak adlandırılan bu coğrafya 12 asırdan itibaren Türkiye
haline gelmiş idi. İşte 100. yılınız kutladığımız Cumhuriyetimizin adı Türkiye
Cumhuriyeti Devleti adı bu sürecive sürekliliğin sonunda ortaya çıkmış olan bir
isimdir. Bunu Fransız ihtilali sonrası gelişmelere, ulus devletçilik
gayretlerine ve daha fenası ırkçı indirgemlelere maruz bırakan tahliller hep
Türk mefhumunun kapsayıcılığı ve Türk tarihinin medeniyetçi ve kapsayıcı
yapısından habersizlikten ileri gelen ideolojik demagojilerdir.
Türk tarihinin Türkistan çağından Türkiye çağına
bütünlüğünü medeniyetçi bir tasavvurla düşünmek bu coğrafyalarda yer alan
inançlar ve tüm halkları da düşünerek Türk tarihine toplum-devlet-şehir
çerçevesinden bakmak manasına gelir. İnsan her şeyin merkezi olarak düşüncesi
ve idraki ile oluşturduğu kültür, kimlik ve medeni çerçeve üzerinden bunun
izdüşümü devleti bir dikey düzen kurumu olarak inşa ederken aynı fikriyat yatay
düzlemde coğrafyada şehir olarak izini bırakmıştır. Kendözümüzü bu hal içinde
yeniden fark etmek, Türk Dünyasının bu bilinç ile kendisini düşünmesi Tarih
kurumları ve Milli Eğitim bakanlıklarının bu zaviyeden yaklaşımlar ile oryante
olması bütünlük içinde bir düzeni kuracak yapıyı mümkün kılabilecektir. Milliyetçiliğinin
esası da kendözünden insanlığa yeni bir bilgelik ve adalet düzeni kuracak
kaynakları harekete geçirmektir. Ütopik ya da ideolojik gelebilir lakin mesele
Yusuf Atamdan öğrendiğimizce insanlık ve erdem meselesidir. Kimse modern
ırkçılık üzerinden Türkistanlılığı ötekileştirip sinsi, katı ve kaba egosuna
malzeme yapmasın. Yunus dilinde ve gönlünde ne varsa öyle işte… Mefkûre,
şahsiyet ve mesuliyet meselesi yahut kendöz meselesini afakî şeylere
karıştırmamak lazım.
Son olarak haritayı gözünüzün önüne getirin:
İstanbul-Ankara üzerinden yola çıkan bir hızlı tren Azerbaycan üzerinden
Türkmenistan’a oradan Özbekistan’ı geçip Kırgızistan üzerinden Kazakistan’a
ulaşan bir hatta insanlar, fikirler, mallar dolaşıp duruyor. Mefkûreciler ölür
belki, itibarsızlaştırılırlar kimi zaman ama mefkûreler asırlarca yaşamaya
devam eder.
Vesselam