11 Temmuz 2015

TÜRKİYE ORTADOĞU'DAKİ SÜRECİ PEKALA DOMİNE EDEBİLİR!

Suriye ve Irak'ın kuzeyinde yaşananlara karşı dominant bir profilde olmamız kaçınılmaz. Bu coğrafyada uçan kuş bile Türkiye'nin nüfuz alanında olmalı. Her türlü hareketliliğin yönetildiği merkezde Türkiye'nin elinin olması elzem.

Bu sadece Türkiye'nin egemenlik haklarından kaynaklanan meşru bir talep olarak da görülmemeli. Bölgedeki tüm halkların, emperyalizmin taşeronluğunu yapan terör örgütlerinin hegamonyasına terk edilmemesi için gerekli bu.

AK Parti Şanlıurfa milletvekili ve MKYK üyesi Prof. Dr. son dönem dikkat çekilen Kürt koridoru ve olası bir " Kürt devleti" söylemlerine dair önemli bir tespitte bulunuyor. Aynı zamanda sosyolog da olan Prof. Dr. Bağlı, "Suriye'nin kuzeyinde amaçlanan devletin, bir Kürt Devleti değil, PKK ideolojisinin hegamonya alanı olduğunu" ifade ediyor.

Doğru mu, harfiyen doğru.

Silahlı terörle meşruiyet arayan, müttefiklerin sinsi planıyla Kobani'de, Tel Abyad'da destan yazdığı algısı yaratılarak şişirilen başıbozuk Kürt Çetelerin girişimleri ile kurulacak bir egemenlik coğrafyasının, Kürtlere huzur ve mutluluk getirmesi imkansız.

Başta PKK ve PYD olmak üzere tüm Kürt çeteler, emperyalist blokun bölge enerji koridoruna hakim olmak için kullanılan maşadan başka birşey de değil. Bu koridorun hakimiyeti önünde Kürtlerin tehdit olduğunu tespit ettikleri an, bu Kürt çeteler eliyle Kürtleri yerlerinden yurtlarından edeceklerinden ve hatta katledeceklerinden hiç şüphem yok. PKK'nın yıllarca kendileri gibi düşünmeyen bölge halkına nasıl zulmettiğini, köy meydanlarına toplayarak nasıl kurşuna dizdiğini unuttuk mu sanki!

İşte bakın birkaç gün evvel de yazdım; Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi, emperyal bloğun, Kürt petrollerinin dış pazara açılmasına dair sunduğu hattı reddettiği için bu çetelere kırdırılmak isteniyor.

Yazımın başında da dediğim gibi; bölgeye huzur getirecek her hamleyi bizim domine etmemiz gerekiyor. Irak ve Suriye'nin toprak bütünlüğü de dahil olmak üzere geliştirilecek her barış planına, Türkiye'nin nüfuz etmesi şart. Çünkü bölge ile ilgili emperyal bir bakış açısına sahip olmayan tek edilgen unsur biziz.

Birkaç gün önce, Barack Obama'nın 'DEAŞ karşıtı koalisyonun Özel Koordinatörü' olarak atadığı emekli General John Allen'e, Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu vasıtasıyla iletilen kaygılar ve kırmızı çizgiler, Türkiye'nin süreci domine etme yönündeki kararlılığını da gösteriyor.

6 Madde halinde sunulan kırmızı çizgiler ve çekinceler;

1- Türkiye'nin sınır boylarında terörist ya da Suriye'nin toprak bütünlüğüne zarar verecek etnik yapılara seyirci kalmayız. Aksi senaryolara ilişkin Türkiye her türlü hazırlığını yapmıştır.

2- PYD, bölgede demografik yapıyı değiştirecek göç ve zorlama uyguluyor. Türkiye, bölgesindeki bu tür oldu bittilere kayıtsız kalamaz.

3- Ulusal Güvenliğimiz şüphesiz en önemli politikamızdır. PYD'nin faaliyetleri, Suriye sınırını aşıp, Türkiye'ye ulaşırsa ya da PKK ile bir işbirliğine girerken, Türkiye, başka hiçbir ülkeye danışma dahi yapmadan, gereken müdahaleyi yapar.

4- Türkiye-Halep koridoru Halep halkının güvenliği için kapanmamalı.

5- Türkiye sınırında Güvenli Bölge oluşturulmazsa, yüz binlerce insan ya aç kalacak ya da Türkiye'ye gelecektir.

6- Mevcut durum devam ederse ülkede etnik kökenli başka savaşlar da çıkacaktır.

Şeklinde sıralanmış.

ABD heyetinin, 6 madde halinde sıralanan bu çekincelere yönelik yaklaşımı ise oldukça rahatlatıcı. Heyet, "PYD ve terör örgütleri konusundaki kaygılarınız, bizim de kaygılarımızdır. Suriye'nin kuzeyindeki bu ortak kaygılarımızı, PYD'ye net bir şekilde iletiyoruz" şeklindeki yaklaşımını dışişleri yetkililerine açık bir şekilde aktarmış.

Olması gereken de bu zaten. Suriye'de çözüm için Eğit-Donat savaşçılarının eğitimi konusunda Türkiye ile işbirliğini sürdürmek arzusunu dile getirirken ABD'nin aksi tüm yaklaşımı, Suriye'deki krizi daha da derinleştireceği gibi etnik ve mezhep temelli çatışmaları daha da tırmandırır.

ABD'nin ne kadar gizli gündemi ne kadar emperyal hedefi olursa olsun, bölgedeki bunca istikrarsızlık ve çatışma ortamında Türkiye gibi "stratejik bir ortakla" çatışma yolunu seçmesi imkansız.

Yeter ki Türkiye olarak bu ortaklıktaki "stratejik önemin" ne olduğunu kavrayabilelim. Emin olun, bunu kavradığımızda kendinden gelişecek özgüven, bölgenin yeniden dizaynında da dominant bir profile bürünmemizi sağlar.