14 Ocak 2022

​TÜRKÜLERLE GÖNÜL TÂLİMİ YAPMAK

Türkülerle gönül tâlimi yapılır mı? Nasıl askerî tâlim, ilim-irfan tâlimi yapıyorsak, türkülerle de gönül tâlimi yapılır. Tasavvufî aşk, muhabbet ve gurbet türküleriyle insanımızı ve cemiyetimizi gönül tâlimine sevk etmek mümkün. Tasavvufî eğitimin kalbi ve inancı güçlendirdiği gibi, türküler de hem ferdi, hem cemiyeti yabancılaşmaya karşı gönülleri kavî kılar ve millî duygularla güçlendirecektir. Bu ülkenin yerlisi olduğuna inanan herkes gönül birlikteliğini türkülerin diriltici nağmelerinde aramalıdır.

“Aman hey erenler mürüvvet sizden / Aman hey erenler mürüvvet sizden / Öksüzem garibem ihsana geldim / Bu yetim hâlime merhamet eylen / Ağlayı ağlayı meydana geldim…”

Bestesinden koparılmış ve özünden sıyrılmış taverna havasına dönüştürülen türkülerimiz aslına uygun şekilde icra edilmeli. Türkülerin nasıl dinlenileceğine dair sohbetler yapılmalı ve tebliğler sunulmalı. Türkü sadece bir mûsikî değildir. Yalnızca efkâr dağıtmak vasıtası olarak görülmemeli. Mûsikîyi sadece nefs ve eğlence gibi hazlara bağlayanlar modernist zihniyettir. Ferdin de, cemiyetin de gönül ahengi, gönül ayarı türkülerdedir.

“Ilgıt ılgıt esen seher yelleri / Doğru gelir doğru gider mi / Hakkın emri ile çürüyen canlar / Bin yıl yerde yatsa çürür mü / Pazarlık mı olur âdil dükkânda / Mevl-i Muhabbetim de kaldı yar sende / Bu dîvan olmazsa ulu divanda /Dost benim sualim verir mi…”

‘TÜRKÜYÜ AZİZ BİLMEK GEREKİR’

Türkülerimizin dini ü milletle çatışmalı olmadığını, nasıl anlamamız gerektiğini, Ali Yurtgezen hocanın “Âşık Âgâhî’nin Seher Vakti Çaldım Yârin Kapısın Matlalı Manzûmesi Üzerine Seyyâh-ı Vatan Âli Çelebi’nin Şerhi” başlıklı yazısından efrâdını câmi, ağyarını mâni bir târifle öğreniyoruz:

“Türkü, halk edebiyatının anonim formlarından biridir. Ancak bağlama eşliğinde çalınıp çığırılan her manzumeye halk arasında türkü demek âdet olmuştur. Bağlamanın Alevî-Bektâşî zümreleriyle özdeşleşen bir saz olması, Sünnî geleneğin bağlamayla icra edilen bütün türlere mesafeli, hatta soğuk durmasına yol açmıştır. Hâlbuki ister Alevî, ister Sünnî meşrepli olsun halktan insanlara hitap eden birçok tarikat; deyiş nefes, nutuk, devriye, ilahi… gibi türleri -nazarî tartışmalara rağmen ekseri bağlamayla nağmelendirmiştir. Dinî-tasavvufî muhtevalı bu söz ve ezgileri bir taraf günah yahut haram yaftasıyla işitme menzilinin dışına sürerken diğer taraf malzeme yapmış, gülüp oynamalara katık etmiştir. Türküyü aziz bilmek gerekir. Dinî de olsa, beşerî de olsa, edep çizgisini aşmayan, gönül işi bütün türküler mübarektir. Gönülden kopana hürmetsizlik olmaz. Türküyü aziz bilmek, türkülere bir müsteşrik yahut müstehlik gibi yaklaşmamaktır. Türküyü aziz bilmek, yansıttığı hâli yaşamak, işaret ettiği ufuklara kanatlanmak, sırlarının hakikatine ermeye çalışmaktır.”

TÜRKÜLERLE DERTLEŞMEK

Türküler asırlardır bu milletin dinî, sosyal ve kültürel hayatının her kademesinde yer almıştır. Anadolu’da analar, çocuğunu türkünün bir türü sayılan “Bebeğimin beşiği çamdan / Yuvarlandı düştü çamdan / Beybabası gelir Şam’dan / Nenni de bebek nenni..” gibi ninnilerle, türkülerle büyütür ve daha küçücükken ruh ahengini oluşturur. Modern-seküler hayatın hâkim olduğu anne-çocuk münasebetinde böyle bir dil ve gönül eğitimi var mıdır? Cahit Öztelli’nin dediği üzere: “Bizde beşikten mezara kadar her türlü günlük olaylar, gönülde yaşananlar türkü yakılmasına olabilir.”

“Gine dertli dertli iniliyorsun / Sarı turnam sinen yaralandı mı / Niçin el değmeden iniliyorsun / Sarı turnam sinen yaralandı mı / Yoksa ciğerlerin parelendi mi…”
Cemiyetimiz iflah olmaz mûsikî yabancılaşmasının açtığı tahribatla medeniyetine bağlı gönül dilini kaybetmekte ve yabancı mûsikî salgını gönül surlarımızda gedikler açmaktadır. Bu salgının çâresi irfan türkülerimizle sıkı şekilde gönül tâlimi yapmaktır. Ayağa düşürülmeyen “aziz türkülerimiz” yabancılaşan gönüllere birer derman kapısı ve mûsiki yabancılaşmasının en dirençli kalesidir.

“Yüce dağ başında yattım oturdum / Derdim elli iken aman yüze getirdim ey / Lokman hekim gibi cerrah getirdim yar yar / Şu benim derdimi aman bilen olmadı…”

TÜRKÜ DİNLERKEN KONUŞMAMALI VE GÜLMEMELİSİNİZ

Türkülerle gönül tâlimi yaparken ruh ve gönül sükûneti gerek. Türkü dinlerken konuşmamalı ve gülmemelisiniz. Türkü dinlerken yangın topağına dönmeli ve dokunulduğunda kibrit gibi yanmalısınız. İstiklâl Marşı başladığında ayağa kalktığımız gibi,  gönlümüzü mânevî cezbelere kanatlandıran bir türkü çalınırken âdâba uygun şekilde oturmalıyız. Öyle ki, İstiklâl Marşı gibi dinlemeliyiz türküleri. Çünkü  “gönül işi” irfan türkülerimiz gönlümüzü dünyanın kahrından kurtarıp mâverâî aşkınlığın hürriyetine ulaştıran istiklâl marşı gibidir. Böyle bir “hâl” ile türkü dinlerken kendimizi bin yıllık irfanımızın yürürlükte olduğu bir gönül ülkesinde hissederiz.

“Deli gönül hangi dala konarsın / Senin tutunacak dalın mı kaldı / Ölem dalın mı kaldı / Ah u feryad ile niye yanarsın / Senin dert çekecek halın mı kaldı…”

TÜRKÜ DİNLERKEN YEMEK VE TATLI YEMEMELİSİNİZ

Türkü dinlerken matematik biter, dörtten üç çıkarsa bir kalmaz.  Türkü dinlerken, yüreğimizle öyle yoğunlaşmalıyız ki, milletdaşlarımızın acısını, derdini, hüznünü üstümüze almalı ve bütün faturaları ödemeliyiz. Bir kuşun kırık kanadının acısı, bir çocuğun yetimliği, bir yoksulun mahrumiyeti, bu mazlum milletin topyekûn meselesi yüreğimizde toplanmalıdır. Türkü dinlerken yemek ve tatlı yememelisiniz. Çünkü midenin lezzet faaliyeti insanı türkünün derûnundan uzaklaştırır. Türkü dinlerken su içmemelisiniz. Su ateşi söndürür. Çünkü türkü dinlerken ulvî bir ateş vardır yüreğinizde. Mecnûnca bir yüreğe sahip olamayanların “mevhum bir hâl” dediği bu hâlleri size gönül evinizde irfan türküleri yaşatacaktır.    

“Kanadım değdi sevdaya / Kondum, kondum, uçamadım / Aşk şarabın doya doya / Yandım, yandım, içemedim / Yandım da içemedim / Oy, tabip, şu yarayı / Sar sarabilir isen / Sevda ateş bir kaledir / Var varabilir isen…”
Ruhsuz ve kalpsiz modernizmin ifsadıyla ayarı bozulan gönlümüzü âbâd etmek istiyorsak, irfan türkülerimizle gönül tâlimine başlamalıyız.

 

(ilbeyali@hotmail.com)