TÜRKÜLERLE GÖNÜL TÂLİMİ YAPMAK
Türkülerle gönül tâlimi yapılır mı? Nasıl askerî tâlim, ilim-irfan tâlimi yapıyorsak, türkülerle de gönül tâlimi yapılır. Tasavvufî aşk, muhabbet ve gurbet türküleriyle insanımızı ve cemiyetimizi gönül tâlimine sevk etmek mümkün. Tasavvufî eğitimin kalbi ve inancı güçlendirdiği gibi, türküler de hem ferdi, hem cemiyeti yabancılaşmaya karşı gönülleri kavî kılar ve millî duygularla güçlendirecektir. Bu ülkenin yerlisi olduğuna inanan herkes gönül birlikteliğini türkülerin diriltici nağmelerinde aramalıdır.
“Aman hey
erenler mürüvvet sizden / Aman hey erenler mürüvvet sizden / Öksüzem garibem
ihsana geldim / Bu yetim hâlime merhamet eylen / Ağlayı ağlayı meydana geldim…”
Bestesinden
koparılmış ve özünden sıyrılmış taverna havasına dönüştürülen türkülerimiz
aslına uygun şekilde icra edilmeli. Türkülerin nasıl dinlenileceğine dair
sohbetler yapılmalı ve tebliğler sunulmalı. Türkü sadece bir mûsikî değildir.
Yalnızca efkâr dağıtmak vasıtası olarak görülmemeli. Mûsikîyi sadece nefs ve
eğlence gibi hazlara bağlayanlar modernist zihniyettir. Ferdin de, cemiyetin de
gönül ahengi, gönül ayarı türkülerdedir.
“Ilgıt ılgıt
esen seher yelleri / Doğru gelir doğru gider mi / Hakkın emri ile çürüyen
canlar / Bin yıl yerde yatsa çürür mü / Pazarlık mı olur âdil dükkânda / Mevl-i
Muhabbetim de kaldı yar sende / Bu dîvan olmazsa ulu divanda /Dost benim sualim
verir mi…”
‘TÜRKÜYÜ AZİZ BİLMEK GEREKİR’
Türkülerimizin
dini ü milletle çatışmalı olmadığını, nasıl anlamamız gerektiğini, Ali Yurtgezen
hocanın “Âşık Âgâhî’nin Seher Vakti Çaldım Yârin Kapısın Matlalı Manzûmesi
Üzerine Seyyâh-ı Vatan Âli Çelebi’nin Şerhi” başlıklı yazısından efrâdını câmi,
ağyarını mâni bir târifle öğreniyoruz:
“Türkü, halk
edebiyatının anonim formlarından biridir. Ancak bağlama eşliğinde çalınıp
çığırılan her manzumeye halk arasında türkü demek âdet olmuştur. Bağlamanın
Alevî-Bektâşî zümreleriyle özdeşleşen bir saz olması, Sünnî geleneğin
bağlamayla icra edilen bütün türlere mesafeli, hatta soğuk durmasına yol açmıştır.
Hâlbuki ister Alevî, ister Sünnî meşrepli olsun halktan insanlara hitap eden
birçok tarikat; deyiş nefes, nutuk, devriye, ilahi… gibi türleri -nazarî
tartışmalara rağmen ekseri bağlamayla nağmelendirmiştir. Dinî-tasavvufî
muhtevalı bu söz ve ezgileri bir taraf günah yahut haram yaftasıyla işitme
menzilinin dışına sürerken diğer taraf malzeme yapmış, gülüp oynamalara katık
etmiştir. Türküyü aziz bilmek gerekir. Dinî de olsa, beşerî de olsa, edep
çizgisini aşmayan, gönül işi bütün türküler mübarektir. Gönülden kopana
hürmetsizlik olmaz. Türküyü aziz bilmek, türkülere bir müsteşrik yahut
müstehlik gibi yaklaşmamaktır. Türküyü aziz bilmek, yansıttığı hâli yaşamak,
işaret ettiği ufuklara kanatlanmak, sırlarının hakikatine ermeye çalışmaktır.”
TÜRKÜLERLE DERTLEŞMEK
Türküler
asırlardır bu milletin dinî, sosyal ve kültürel hayatının her kademesinde yer
almıştır. Anadolu’da analar, çocuğunu türkünün bir türü sayılan “Bebeğimin
beşiği çamdan / Yuvarlandı düştü çamdan / Beybabası gelir Şam’dan / Nenni de
bebek nenni..” gibi ninnilerle, türkülerle büyütür ve daha küçücükken ruh
ahengini oluşturur. Modern-seküler hayatın hâkim olduğu anne-çocuk
münasebetinde böyle bir dil ve gönül eğitimi var mıdır? Cahit Öztelli’nin
dediği üzere: “Bizde beşikten mezara kadar her türlü günlük olaylar, gönülde
yaşananlar türkü yakılmasına olabilir.”
“Gine dertli dertli iniliyorsun / Sarı turnam sinen
yaralandı mı / Niçin el değmeden
iniliyorsun / Sarı turnam sinen yaralandı
mı / Yoksa ciğerlerin parelendi mi…”
Cemiyetimiz iflah olmaz mûsikî yabancılaşmasının açtığı tahribatla
medeniyetine bağlı gönül dilini kaybetmekte ve yabancı mûsikî salgını gönül
surlarımızda gedikler açmaktadır. Bu salgının çâresi irfan türkülerimizle sıkı
şekilde gönül tâlimi yapmaktır. Ayağa düşürülmeyen “aziz türkülerimiz”
yabancılaşan gönüllere birer derman kapısı ve mûsiki yabancılaşmasının en
dirençli kalesidir.
“Yüce dağ
başında yattım oturdum / Derdim elli iken aman yüze getirdim ey / Lokman hekim
gibi cerrah getirdim yar yar / Şu benim derdimi aman bilen olmadı…”
TÜRKÜ DİNLERKEN KONUŞMAMALI VE
GÜLMEMELİSİNİZ
Türkülerle
gönül tâlimi yaparken ruh ve gönül sükûneti gerek. Türkü dinlerken konuşmamalı
ve gülmemelisiniz. Türkü dinlerken yangın topağına dönmeli ve dokunulduğunda
kibrit gibi yanmalısınız. İstiklâl Marşı başladığında ayağa kalktığımız
gibi, gönlümüzü mânevî cezbelere
kanatlandıran bir türkü çalınırken âdâba uygun şekilde oturmalıyız. Öyle ki,
İstiklâl Marşı gibi dinlemeliyiz türküleri. Çünkü “gönül işi” irfan türkülerimiz gönlümüzü
dünyanın kahrından kurtarıp mâverâî aşkınlığın hürriyetine ulaştıran istiklâl
marşı gibidir. Böyle bir “hâl” ile türkü dinlerken kendimizi bin yıllık
irfanımızın yürürlükte olduğu bir gönül ülkesinde hissederiz.
“Deli gönül
hangi dala konarsın / Senin tutunacak dalın mı kaldı / Ölem dalın mı kaldı / Ah
u feryad ile niye yanarsın / Senin dert çekecek halın mı kaldı…”
TÜRKÜ DİNLERKEN YEMEK VE TATLI
YEMEMELİSİNİZ
Türkü
dinlerken matematik biter, dörtten üç çıkarsa bir kalmaz. Türkü dinlerken, yüreğimizle öyle yoğunlaşmalıyız
ki, milletdaşlarımızın acısını, derdini, hüznünü üstümüze almalı ve bütün
faturaları ödemeliyiz. Bir kuşun kırık kanadının acısı, bir çocuğun yetimliği,
bir yoksulun mahrumiyeti, bu mazlum milletin topyekûn meselesi yüreğimizde
toplanmalıdır. Türkü dinlerken yemek ve tatlı yememelisiniz. Çünkü midenin
lezzet faaliyeti insanı türkünün derûnundan uzaklaştırır. Türkü dinlerken su
içmemelisiniz. Su ateşi söndürür. Çünkü türkü dinlerken ulvî bir ateş vardır
yüreğinizde. Mecnûnca bir yüreğe sahip olamayanların “mevhum bir hâl” dediği bu
hâlleri size gönül evinizde irfan türküleri yaşatacaktır.
“Kanadım
değdi sevdaya / Kondum, kondum, uçamadım / Aşk şarabın doya doya / Yandım,
yandım, içemedim / Yandım da içemedim / Oy, tabip, şu yarayı / Sar sarabilir isen
/ Sevda ateş bir kaledir / Var varabilir isen…”
Ruhsuz ve kalpsiz
modernizmin ifsadıyla ayarı bozulan gönlümüzü âbâd etmek istiyorsak, irfan
türkülerimizle gönül tâlimine başlamalıyız.
(ilbeyali@hotmail.com)