04 Temmuz 2016

Ucube kentler

İstanbul'un kentleşme sürecinde yaşanan buhran en sonunda şöyle dile getirildi: “İstanbul'a ucube inşaatlar la çok yanlışlar yaptık. İşte şimdi gelin kentsel dönüşüm yapalım.” Fakat bu ifade İstanbul için yeni bir tasavvur geliştirildiği anlamına gelmemektedir. İstanbul'un kentsel dönüşümle kurtarılabileceği düşüncesi, konunun tartışılmasını sağlayabilirse, ülkenin diğer kentleri hakkında da karar vermenin kapısını açacaktır.

İstanbul'un 2002 yılında nüfusu 8.803.468 ve 2015 yılı nüfusu ise 14.657.434 olarak tespit edilmiştir. Türkiye'nin 2000 senesi nüfusu 67.803.927 ve 2015 senesi nüfusu ise 78.741.053 olarak belirlenmiştir. Bu verilere göre İstanbul nüfusu 2002-2015 arası % 65'in üstünde artarken Türkiye nüfusu aynı dönemde % 15-16 kadar bir artış göstermektedir. İstanbul'un nüfusu Türkiye'nin nüfusuna göre dört kat fazla artmış görünüyor. Bu şunu ifade ediyor: İstanbul'un kentsel dönüşüm politikalarına değil kentsel tahliye politikalarına ihtiyacı bulunmaktadır.

Türkiye'de kentleşme süreci, nüfusu belli merkezlerde toplamakta, kentlerin güvenlik meselelerini artırmakta, kentsel toprak rantının oluşmasına, kapitalizmin gelişmesine, “kent soyluları”nın zuhuruna, sosyal öfkenin birikmesine,  “kent isyanları”na neden olacak dışlama mekanizmalarına neden olmaktadır.

Harvey'in de belirttiği gibi kentler giderek tahkim edilmiş parçalardan, çitlenmiş mekânlardan, demir parmaklıklarla çevrelenmiş topluluklardan, gözetim altında tutulmuş özelleştirilmiş alanlardan oluşmaktadır. Kent, zenginlik ve yoksulluğu aynı anda içerisinde barındırarak eşitsizlik, kutuplaşma, ayrıştırma, dışlanma mekânları oluşturur ve kentte yaşama hakkını bireylerin piyasa değeriyle özdeşleştirerek sosyal adaleti görmezden gelir.

Kentleşme sürecinin eleştirilememesi, kentsel dönüşümün ucubeleşmiş İstanbul'u kurtaracak politika olarak görülmesini kaçınılmaz kılmaktadır. Kentsel dönüşüm bir çare değildir. Turgut Cansever, “Bogota'da şehrin düzensiz olduğu öne sürüldü ve yamaçlara apartmanlar yapıldı. Bu, teknoloji açısından kendi gelişmesini tamamlamamış fakir ülkeler için, onlara satılacak makinelerle, teknolojilerle bir daha soyulmaları anlamına gelmektedir” (Beşir Ayvazoğlu, Dünyayı Güzelleştirmek-Turgut Cansever'le Konuşmalar, Timaş Yayınları, 2016: 77) demekteydi.

Turgut Cansever'in işaret ettiği başka dinamikler de bulunmaktadır: “San Fransisco'da bir grubun belediyeye verdiği bir manifesto elime geçmişti. Diyorlar ki, Otomobillerde onların gürültüsü ve kirli havasıyla iç içe yaşamak istemiyoruz. Evimizden işimize, işimizden evimize yürüyerek gitmek istiyoruz. Bu son derece doğru ve önemli bir yaklaşım. Dikey yapıların asansörlerinin kirli havası ve tehlikesi içinde ömür geçirmek çok anlamsız. Böylece asansörleri çalıştırmak için gereken enerji de tasarruf edilmiş olmaktadır. İnsanların evlerinden işlerine yürüyerek gidebildikleri, havası egzoz ve fabrika dumanlarıyla kirletilmemiş kentte sağlık harcamaları da azalacaktır. Bir Alman mimar, Le Corbusier'in Paris için çizdiği Güneş Şehir'in gölgelerini çizdi, şehirde hiç güneş olmadığı, her yerin gölge altında kaldığı ortaya çıktı. Adam elli kat yapıyor, yüz kat yapıyor ve insanları onun içine tıkıyor. Tamamen teknokratik yaklaşım. Hâlbuki “tutumlu kent”te günlük hayatın her parçası hayatı güzelleştirecek şekilde düzenlenebilir. Devâsâ apartman blokları yapıp insanları burada istiflemek, yan yana dizilmiş standart evler yapmak da bir çeşit totaliterliktir” (Beşir Ayvazoğlu, 2016: 77-88).

Kentleşme geç evlenme, çocuk sahibi olmama gibi kararları pekiştirdiği gibi tek kişilik hane ya da çocuksuz çift şeklinde ortaya çıkan hayat biçimlerini de tetiklemektedir. Ayrıca bu süreç bireylerin gösterişçi tüketime kapılmalarına ve diğer insanlarla bir araya gelmelerini kamuya açık yerlere taşımalarına yol açmaktadır. Bu eğilim tüketim öğeleri için ödenen meblağların artmasına neden olmaktadır. Diğer taraftan kentin nüfus baskısıyla büyümesi ve yayılması konut fiyatlarının artışına da yol açar. Merkezdeki konutlar çevredeki konutlara göre ulaşım ücretleri hesaba katılarak yüksek kira bedelleri ile piyasaya arz edilir. Her hal ve şartta kent yayılmasının otomobil kullanımını dayattığı gözden kaçırılmamalıdır. Otomobil ve konut fiyatlarındaki artış maaşlardan daha fazla yükselir. Bu durum yoksullaştırıcı bir süreci kışkırtır ve kent sakinlerinin “kent borçluları”na dönüşmesini dayatır.

Kentteki yükselme ve yayılmanın sosyal yapı üzerinde derin yaralar açacağı da öngörülmelidir. Aile kurmakta zorlanan bireylerin cinsel partner edinme isteği en pratik yolla (cinselliğin metalaşmasıyla) karşılanmaya başlar. Kentte düşük gelirli zümreler, camialar peydah olur. Gey grupları, tinerci-müptela toplulukları, evsizler, göçmenler, suç şebekeleri, düşük gelirli işçi sınıfı, işportacılar, çöp toplayıcılar kentin belirli bölgelerini paylaşıp “çökerek” işgal ederler.

Sosyal yapıdaki bu çözülme kentsel dönüşümle iyileştirilemez. Çünkü kent borçluları ve kiracılar yoksullaştıkça kira artışı sağlanamaz ve bir müddet sonra kira dahi tahsil edilemez. Düşük gelirli zümrelerin bir bölgeye yerleşmesi, onlara göre yüksek gelirli hanelerin daha üst gelirli bölgelere taşınmasını kışkırtır. Hanelerin yoksul zümreler lehine boşaltılması konutların bakım ve onarımının yapılamayacağı bir zamanı çağırır ve yoksulların işgaline terk edilmiş alanı “çökük bölge”ye dönüştürür. Kentte çökük bölgelerin oluşması, kentsel dönüşümü yeniden gündeme getiren bir çarpık kentleşmeye meydan verir.

Demek ki, çarpık kentleşme, kentsel nüfusun büyük kesrinin yoksullaşmasının tabii sonucu olarak zuhur eder.

Kenti ucuzlatmamız gerekiyor. Bunun için kentsel yayılmanın ve “şakulî yoğun yerleşme”nin durdurulması kaçınılmazdır. “Şehirlerde en büyük harcama kaleminin ulaşım olduğunu biliyoruz. Kenti yarım saatlik yürüme, beş dakikalık bisiklet yolu şeklinde tasarlamak mümkündür; böylece trafik harcamaları asgariye indirilebilir” (Beşir Ayvazoğlu, 2016: 85); “Teknolojik gelişmeyi gerçekleştiren ve bu yolla, serveti kendi ülkelerine yığma fırsatı bulan Batı Avrupa, Japonya, Amerika gibi ülkeler, insanlık tarihinde benzeri görülmemiş bir fakir ülkeler trajedisine yol açtılar” (Beşir Ayvazoğlu, 2016: 76).

Kentin bir tüketim nesnesi olarak üretildiğini düşünmemiz gerekiyor. Marks, “Üretim yalnızca özne için bir nesne yaratmakla yetinmez, aynı zamanda nesne için bir özne de yaratır” (Marks, Grundrisse, Sol Yayınları, 1999: 30) demekteydi. Yoksul nesnelerin tüketicisi de yoksul ve çarpılmış (ucube) oluyor.

Lütfi Bergen

lutfibergen@gmail.com

lütfibergen (@BergenLutfi) | Twitter