Umut ve İyilik

Çağın vebası yabancılaşma, iyi ve güzel olana dair umutlarımızı yağmalarken, “nefret söylemleri” ile burun buruna gelişlerimiz yoruyor bizi en çok. İşin kötüsü, artık kaçacak bir yer de yok. Herkesin cümleleri, herkese ulaşabilir olduğundan beri…  

Kişinin kendi sözü yetmediğinde bile bir yerlerden laf aşırarak başkasını hırpalama arzusunu ayyuka çıkaran nedir? Darbeler karşılıklı. Canı yansa da yanmasa da can yakmak elzem.

“Nefret söylemleri”nin arkasında yatan hikâyeler buluyorsunuz bazen. Hepsi günümüze dair bir şey söyler ya da söylemez… Lakin beldesinden çok hikâyesi olan bir memleket burası.

Elbet bugüne dair bir anlam taşır, diyerek adı konmuş acılar karşısında saygıyla geri çekiliyorsunuz. Ama memleketini düşünmeyen devşirme nefretler, mide bulandırıyor. Sefahatlerin içinden çıkan ve hak arama iddiasına bürünen yaygaralar yalancılık yapıyor. Bunca yapaylığına rağmen izleyicileri ve takipçileri olması, hüsran ama gerçek.

Ortada dönüp duranları toplayıp kendi içinde tekrar edenlerin “özentisi” bir tarafa, topluma ve sisteme kinlenenlerin söylemlerinde, sıradanlaştırılmış acılar ile yarasını saracak örf'e karşı yabancılık ve umudun yalpalayışı duyuluyor en çok.

Asık suratlı, sert mizaçlı, kendinden başkasına yaşama hakkı tanımayan çehrelerden yayılan kelimeler, ümitten ve anlayıştan yoksun.

Burada Kierkegaard'in sözü aklıma geliyor yine. “Umutsuzluk, ölümcül hastalıktır,” derken “ben'in hastalığıdır” diyor Kierkegaard ve ekliyor: “Sonsuza değin ölmek, ölmemekle birlikte ölmek, ölümü ölmek demektir bu.”

Umutsuzluktan ölmek bir nevi…

Umut; yaşam fonksiyonlarına anlam katan, uykusuzluğu, açlığı, hasreti, acıyı avutan, inanan için “iki dünya saadeti”ni müjdeleyen en güzel kelime.

Umutsuz insanın kendine hayrı olmaz ki, başkasına olsun. En çok da bu yüzden umut ile iyilik birbirinden ayrılabilir değil.

İnternet ortamındaki blogların, sözlüklerin, sohbetlerin iyilik hakkında ne söylediğine bakmak, çağın yaklaşımını biraz olsun anlamaya yetiyor.

İyilik adına umudun yok olduğu, iyilik edenin kendini “enayi” olarak gördüğü, iyiliğin tavsiye edilmediği, kötülerin inançlarına göre sınıflandırıldığı, iyiliğin kişinin “öz tercihi” kötülüğün ise “din prangasıyla hapsolanların bastırılmışlıklarının bir tepkisi” olduğu ile ilgili bir yığın cümle var.

Bu tür beyanlar artık iyiliğin yaşadığına, iyiye olan inancın var olduğuna inananların daha da azaldığını anlatıyor aslında.

Muhayyilemize umutsuzluktan ölen çorak gönüllerle dolu bir dünya çizdiriyor.

Öyleyse nefret söylemlerine şaşırmamak gerek. Umut da iyilik ve sevgi gibi azalıp çoğalabiliyor.

Umutsuz olmak iyiliğin yeşereceği toprağı kurutmaya yetiyor. Bu da kötülüğün alanını genişletiyor, ona dokunulmazlık vadediyor ve kontrol noktalarından uzaklaştırıyor.

Her şeyi kötü görme ve herkesten kötülük bekleme eğilimimizin, çoktan gündelik alışkanlığa dönüştüğünü söylememiz de kimseyi şaşırtmaz bu yüzden.

Bu topraklardaki inancın geleneğinde umut etmek neredeyse bir emir gibidir. “Korku ile ümit arasında olmak” tavsiye edilir. Korku, yersiz ve fazladan özgüvenin ince ayarı, ümit ise defalarca dönüp geldiği kapının bir gün açılabileceği ihtimalinin muştusudur âdeta. İkisi de insanın yanılabileceğini hatırlatan, bilincini uyanık tutan kirişlere benzer.

Kendine ve başkalarına duyulan güvensizlik ve umudunu kaybetmişlik, kötülüğü hâkim unsur olarak kabul etmeye yetiyor. “Nefret söylemleri”nden medet ummak da bu yüzden. 

Umut ile iyilik yan yana. Umut edebilen için iyilik zemini daima mevcut. Yapılabilmesi, teşvik ve tavsiye edilmesi daima mümkün.

TEŞEKKÜRLER…

Geçtiğimiz pazartesi günü “Yılın Kültür Sanat Fikir Adamları Ödülleri” Basın Fıkra dalında köşemizde biriktirdiğimiz satırlarımızdan ötürü Türkiye Yazarlar Birliği tarafından ödüle layık görüldük. Bu teveccüh ve takdir, satırlarımızı çoğaltma ve daha iyiye ulaşma noktasında şevkimizi arttırdı.

Türkiye Yazarlar Birliği Başkanı Prof. Dr. Musa Kazım Arıcan'a ve dernek yöneticilerine; ayrıca bu ödüle vesile olan Yeni Söz gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Kemal Özer'e ve gazetenin bütün emektarlarına; bu noktaya gelmemde emeği olan aileme ve vesile olan herkese can u gönülden teşekkür ederim.

Bir köşeyi dolduruyor olmanın sorumluluğunu, vebalini, satırları okuyacak bir kişi bile olsa bu “söz hakkı”nın emanet olduğunu hiç unutmadan yazabilmek ümidiyle…