16 Ekim 2017

Üniversiteyi düşünmek (6)

Bilmek

Bilmek ve düşünmek zihne batan bir kılçıktır. Düşünmeyi düşünmekse erbain çilesindeki dervişin biteviye serencamıdır. Düşüncenin modern mekânı ise, üniversiteler başta olmak üzere insanın akl ettiği her yerdir. En basit bir bakışla akıl taklit, tahkik ve tatbik düzeylerinde çalışır. Bugün, en genel ifadesiyle, aklın işleyişi tümdengelim, tümevarım ve analoji(benzeşim) suretiyle olduğu kabul ediliyor. Bu yollarla mantıklı düşünmeye başlayan insan felsefe ile varlık, bilgi ve ahlak gibi konuları inceleyerek akl-ı selimini kurmaya çalışır. Milli düşünce ise işte bu çerçevelerin muhtevasının milli akılla teşekkülü suretiyle olacaktır. Üniversiteler bunun yürütüldüğü başlıca merkezlerden biridir.

Bu açıdan milli bir düşünceye sahip miyiz sorusuna bazı sorularla açıklık getirmek gereği vardır.   

Sözlerdeki aynı kelimeler aynı özden kaynaklanıp, aynı özümü gösteriyor.  Kurucu bilgi dizgemiz ve döngümüz aynı mıdır? Ontolojik birliğimiz var mıdır? İlke/arke zeminimiz nedir?

Lafızlarımızı aynı cümlelerin için müşterek bir mefhuma mı işaret ediyor. İmge dünyamızda birlik var mı? Simgelerimiz buna dair midir? Sürdürücü bilgi zeminimiz, epistemolojik gerçeklik dünyamızın arka planı lafızlarımızın muhtevasında birlik mi gösteriyor. 

Dilimizin sınırları duyguların müşterek evreni ile örtüşüyor mu? Kesişen iki kümenin dar birliktelik alanında farklı gerçeklik küreleri içinde birlikte milletmiş gibi yaparak yaşamaya mı çalışıyoruz.

Yukarıdaki kategoriler bağlamında varlık ve varoluşa dair cevaplarımız bizi müştereklerin çoğaldığı bir alana mı taşıyor? Sözde dile, özden manaya kendilik bilincimiz ne durumda?

Doğru, iyi ve güzel kavramlarımız hangi öz, mefhum ve duygudan tezahür ediyor? “Türkçe” 80 milyon bu çerçevede anlaşabiliyor muyuz? Aynı şeye bakıp tezat şeyler mi görüyoruz? Zihniyet prizmamıza dokunan bilgi oradan kaç renge bölünerek farklılaşıyor?

Düşünmek

Bir düşünme irademiz var mıdır? Nazarın/düşüncenin maksudu nedir? Kaynağımız Harvard'da/Ezher'de/Oxford'da üretilen bilginin intikali ve taklidi midir? Değilse kaynak bizatihi varlıktan otantik bilgi üreterek nazarımızın makusudunu, düşüncemizin istikametini belirleme irademiz var mıdır? Nesneye dair bilgi için istidlal irademiz taklitten mi yoksa tahkikten mi kaynaklanıyor. Medeniyetin büyük havzaların zaman içinde intikal eden esası olduğu, bir yöntem olduğu ve bir düşünce/inanç sistemi ile muhtevasını bulduğu, maddenin suret kazanma uslubü ve usulü olduğu düşünülürse buna dair yerimiz nedir?

Yol/yöntem, ilkeler ve sonuç noktasında otantik bir perspektifimiz var mıdır?

Tenkidi bir akıl ve bilgi sistemimiz var mıdır? Varlığı anlamak noktasına şüphe ve tenkit geleneğimiz bizi hakikate mi yoksa ideoloji veya mevzi çıkarları mı götürüyor. Bu doğrultuda bir merak usulümüz var mı? Bilimsel çalışma heyecan veren bir uğraş mıdır? Heyecan merakın ocağını harlayıp aklın tenceresinde bilginin suyunu kaynatabildiği oranda akademik ve bilimsel gelişme söz konusu olacaktır. Bu babda muhakeme usulümüz, mukayese kriterlerimiz merakımızı bir yola düşürüyor mu? Bilmediğimizi bilip bilmeye kasd etmemizi sağlayan bir tefekkür ve tecessüs ferasetine sahip miyiz? Bu usul bizi nazara/düşünmeye sevk ediyor mu? Düşünme/nazar irademizi felsefi bir yöntemle kasta dönüştürerek bilgiye ulaşarak akl-ı selim talebimiz var mıdır? Bilgi ve bilim bu cümleden felsefe bir medeniyetin akl-ı seliminin görüleceği, hakikatin tarih prizmasındaki renklerinden biri olarak görüleceği yerdir. Üniversiteler modern zamanda bunun gerçekleşeceği düşünülen kurumsal mekânlardır.

Sormak, anlamak ve ötesi…

Meseleyi anlatılanlar bağlamında somutlaştıracak ve tatbik zeminine taşıyacak olursak, tarihte bir olay ve olguyu bu noktada merak nesnesi haline getirdiğimizde anlatılanların ayağa yere basacaktır. Örneğin Osmanlı Devleti'nin Kuruluşunu bir merak nesnesi yapıp düşünmeye başladığımızda, nazarımız bir maksada yönelir. Nazarı maksadına ulaştıran ise doğru yoldan gitmeyi bilmektir. Osmanlıyı kuranların düşünce dünyasına bu dünyanın gerçeklik prizmasından bakabilen bir çerçeve var mıdır? Bu soru merakın ilk sesi ve tenkidin başlangıç fişeği gibidir. Var olan açıklamalar, tartışmalar, birikim bağlamında ve fakat acaba başka bir açıklama olamaz mı şüphesiyle konuya yaklaşıldığında mevcudu muhakeme ederek düşünmeye başlar ve maksudumuza yöneliriz. Bu sorunun cevabını aramaya başlarız. Cevabımız evet vardır ise nasılını ortaya koyarız. Peki, sorunun medeniyetimizde hükmü nedir? Hz. Peygamberin şu hadisi unutuldu unutalı coğrafyamızda yaprak kıpırdamaz oldu: İlim bir hazinedir; anahtarı sormaktır. Allah size rahmet etsin, sorun; çünkü sormakla dört kimse mükâfat alır: Soran, cevap veren, dinleyen ve onları seven. Sual ilmin anahtarıysa varlığa sorulmuş sorularımız, cevap almaya dair yöntemlerimiz ve nihaet pratik neticesi olan sonuçlarımız var mı? O dörtten hangisiyiz. Dördün beşincisi olmak nasipsiz kalmaktır.

Maarifimizin ve üniversitenin acısını hisseden mütefekkirlerimiz bu meseleye hep dokundular. Samiha Ayverdi'nin “Ne acıdır ki, bir eğitim çatısının altına masum ve tertemiz giren nice Türk çocuğu, diplomalarının sayısı çoğaldıkça, millî ve dört başı mâmur bir kültür kazanmadıktan başka, mevcut ve şifahî değerlerinden fire vere vere gönlü kararmış, gözü dönmüş olarak, memleketin huzur, âsâyiş ve emniyetini tehdît eden bir zorba olarak söz sâhibi kesiliyor” yaklaşımı bugün mankurtlaşanların hazin manzarasını gösteriyor. Nurettin Topçu'nun Üniversiteler hakikatin peşinde koşmaya hevesli nesiller yetiştirememektedir. Bugün üniversiteler gelen öğrenciye Batı'dan ithal edilen bilgileri göstermekte ve diploma vermektedir. Evet, çok acıdır ama bugün üniversitelerimiz çeviri merkezleri ve diploma bürolarına dönüşmüştür tespitleri bağlamında bizi muasır medeniyetin üzerine taşıyacak bilginin merkez ve ocaklarından biri olarak üniversiteyi düşünmek geleceğimizi tahayyül etmektir.