Vaat Bâkidir; Ümitsiz değiliz

Artık hiçbir gün öylesine değil ama karmakarışık dünyanın sıradan günlerinden birinde yaptığımız en sıradan hareket telefonumuza dokunmak.

Neredeyse her şeye ulaşabildiğiniz o küçük ekrandan, eğer isterseniz haberler akıyor. Detayları görmek için dokunuyor ve okuyorsunuz. Sosyal medyada bu haberler üstüne söylenenleri gözden geçiriyor, bazısını beğeniyorsunuz.

Kudüs için Cuma namazını, ses yükseltme çağrısını, Türkiye'deki gizli ya da açık Siyonist işbirlikçilere dikkat çekilmesini, İslam dünyasını ve gerçek Müslümanları yay gibi geren Kudüs açıklamalarının kınanmasını, bu açıklamalar için “bana ne” diyenlere tepki, “hayır” diyenlere destek, habersizlere bilgi içeren paylaşımları…

Hayatın içinde kaybolup gidenleri, işine, gücüne, eğlencesine dalanları dürtüp “Bir bak olup bitene” demek niyetinde olan paylaşımları…

Çünkü gerçek Müslüman kötülüğü kışkırtmaz, kötülüğe karşı tavır alır, ortam elvermiyorsa sesini yükseltemezse bile varlığını hissettirir, karşı duran herhangi bir şey yapmak ister…

Elinden bir şey gelmediğindeyse üzülür, hüsrana uğrar; ama birlik beraberlik için dua eder.

Dua; çaresizlikten değil, çareye dair ümidin hiç ölmemesinden edilir.

Kötülüğün gırtlağımızı sıktığı devreyi yaşıyoruz. Bu kötülük Müslümanlara maddi manevi zarar veriyor ve kimliğimizi iğdiş ediyor. Aslında olan bitenden haberdar olan hiçbir Müslüman'ın kötülüğe karşı durmak için kışkırtılmaya bile ihtiyacı yok.

Bu kötülüğün hiç binmediği kadar Kudüs'ün gırtlağına binmiş olduğu şu günlerde, bunun tarihî ve toplumsal karşılığına dair ince hesaplar yapanlar var aramızda. İçimizde Kudüs'ü kaybedildiğini çoktan kabullendiği için meseleyi görmezlikten gelen, gündeme ilişkin her gelişme adına iki üç satır yazsa bile Kudüs'e gelince susmayı tercih edenler var ve bu tür Müslümanlar, artık Kudüs'ün sahiplenesi ve kurtarılabilecek bir yer olmadığına inanıyor. Tarihî -toplumsal gerçekliği göz önüne alarak “alışılmış” bunca kötülük karşısında birkaç satır karalamayı artık anlamsız ve iç bayıcı buluyorlar.

Bu türden “biz aslında hep yeniktik” yaklaşımı, Batı'yı gözde fazla büyütmekten, onların denklemleriyle düşünme alışkanlığından ötürü.  Batı'nın üstenciliği ile kültürel hâkimiyetine fark ettiklerinden daha fazla tâbi olanlar, Kudüs meselesini bile siyasete indirgiyor böylece. Batı gerçekçiliği üzerinden ölçüm yaptığından sağlamasında bile yenik çıkıyor umutlar. Böylece bir şey yapmasına gerek kalmıyor, çoktan yenik sayıyor Kudüs'ün sahiplerini!

Kudüs için ve orada ezilen Müslümanlar için bir şey yapmak, yalnızca insani ölçülerle baktığınızda bile, dünyanın herhangi bir yerinde sırf dini İslam olduğu için ezilen bütün Müslümanlar için bir şey yapmaktan farklı değil. Kudüs'ü bugün tartışılan konumuna getiren düşman korkunç olsa da, zulmeden diğer zalimlerden farklı değil.

Mekânlar insan ile bütünleşir. Bunu en güzel “Şerefü'l-mekân bil mekin” deyişi anlatır. Bir İslam beldesi, İslam olmayanlara terk edildiğinde İslam hüviyetini tamamen kaybeder.

Allah'ın ve ecdadın bir emaneti olan Kudüs ile ilgili asgari gereklilik, orada Müslümanların yaşayabilir konumda olmaya devam etmesi. Olması gerekense, işgalcilerin bu tahakkümlerinden vazgeçmeleri.

 Önümüze düşen haberler, bak-gör-bil diyor. Sosyal medyadaki mecralar haberin varsa katıl diyor. “Biliyorum ve buradayım. Bir Müslüman olarak bu dünyadayım. Bir Müslüman olarak haksızlığa uğramış Müslüman'ın yanındayım.” demek, elbette Kudüs'ü kurtarmaya yetmiyor. Savaşlarda ezilen Arakanlıları, Suriyelileri, dünyanın dört bir tarafına sığınmaya çalışan mültecileri de iyileştirmiyor. Halep'i yeniden inşa etmiyor ya da Ayasofya'yı açmıyor, Fener semtini patrikane işgalinden kurtarmıyor, uyuyan herkesi uyandırmıyor ya da “ben yalnızca günlük ihtiyaçlardan sorumlu Müslüman'ım” diyenlerin mıhlanmış katılığını gevşetmiyor, her işin içinden çıkan ve velvele anında dibimizde peyda olan Batı uşaklarını susturmuyor ya da içimizdeki hainlerin üzerini fosforlu kalemle çizmiyor, yaklaşan dünya savaşı tehlikesini bertaraf etmiyor, parçalanmış fotoğrafın yerine şer ittifakıyla başa çıkabilen bir İslam ittifakı kondurmuyor…

Evet, ama…

Baktım, gördüm ve bildim demek, öğrenmenin dehşetiyle gelen “Maazallah; Rabbim kötülere/kötülüklere fırsat vermesin” cümlesini, bu ve bunun gibi dua cümlelerinin çoğalmasını, kuru kalbin yumuşamasını, akıbet hakkında iki satır düşünmeyi, en çok da Müslüman ahalinin selameti için dua etmeyi sağlıyor.

İslam'ın vaadi açıktır ve bâkidir. “Allah, nurunu tamamlayacaktır.” Bu yüzden ümitsiz değiliz…