10 Ekim 2017

Vatandan ahlâka

 

Varlığın içindeki insan, varlıktaki hikmeti doğal yollardan öğrendiğin de, huzuru bilen ve bulan insan kendini bilirken, kendindeki sonsuz hakikati de bilir. Yaratılış bir hak ve nizam üzeredir. Burada bir ahlâk vardır. Uzviyetten insani olana geçişin esası burada öğrenilen ahlâkın esaslarının dinin tarif ettiği muhteva ile anlaşılması şuurun teşekkülü ile imanın oluşmasını sağlayacaktır. Ahlâk, darwinizm ve ateizmin bizi içine gömmek istediği uzviyetimizden aklımızı sıyırıp hikmetle buluşmasının yoludur. Ahlâkın İslam ile içerik kazanması ise genel geçer bir çerçeve olmaktan çıkıp ilkelerini bulduğu bir ortama dönüşür. Mahlûk olmaktan mümin olmaya geçilen yer de burasıdır. Referanslarımız bizi putperest bir doğa aşığı olmaktan çıkarıp insan olmanın zeminine taşıyacaktır. Burada hümanist ve çarçur insanlıktan ziyade yaradılışına uygun davranan ve ahlâkını buna inşa eden bireyden bahsediyoruz. N. Topçu'ya göre ahlâk, insan hareketlerinin metafiziğidir. Prensipleri ister dine isterse de başka bir şeye dayansın her ahlâk, bir kıymetler sistemine bağlı olup metafizik karakterini de buradan almaktadır. Zira hiçbir ahlâk tamamen deneyler tarafından ortaya çıkarılmış değildir. Ahlâk, aynı zamanda dinî olgunluktur; hayvanî hayattan insanî hayata yükseliştir. Ahlâkın ilke ve prensipleri dinî kurallara dayanır. (Hüseyin Karaman, Nurettin Topçu'nun Ahlâk ve Tasavvuf Anlayışı, Nurettin Topçu, Kültür ve Medeniyet, Hareket Yayınları, İstanbul 1970, s. 49; amlf., “İslâm Ahlâkının Esasları”, Hareket Dergisi, sy. 36 (Aralık 1968), s. 8; amlf., İslâm ve İnsan, Hareket Yayınları, İstanbul 1969, s. 53-54.) İbn Hladun'un da işaret ettiği üzere coğrafya kaderdir, insanın şekillenmesinde iklim ve  beslenme gibi hususlarla doğrudan etkili olur. Bu etki fiziksel olandan psikolojik olana da aks eder. Ahlâkımızın da teşekkülünde bu bakımdan tesirli olur. Vatan olduğunda ise toprak/coğrafya kimliğimiz için başka manalar, sorumluluklar taşır, namus olur. Anamız olan kadın nasılsa vatanımız olan ve bize analık eden toprakta öyle olur. Babamız tarihle birlikte bizim uzviyetimiz nasıl ailede teşekkül ediyorsa milli varlığımızda vatanda ortaya çıkar.  

 Yaz tatillerinde yanına gittiğim rahmetli dedemle çocukluğumun en güzel günlerini yaşardım. Bağda, bahçede tozuna bulandığım ülkemin pek çok çocuğu gibi sade ve basit bir hayatın doğa ve kendiyle barışık ortamında elma ağaçları ile üzüm salkımları arasında koşturarak geçerdi günlerim. Dedem rahmetli avı sevdiğinden o küçük yaşında beni dağlarına götürürdü ülkemin soğuk sularından içirir, dağ yemişlerinden yedirir emekli bir asker olarak vatanın değerini tam bağrında öğretirdi. Yan bahçelere girmemeyi, bir çöp bile almamayı öğütlerdi. Haram ve helali öğretirdi adını koymadan. Başkalarının bahçesinden, bağından bir şeyler almanın doğru olmadığını kul hakkı dediği o zaman çok da anlamadığım bir şey üzerinden doğru ve yanlışı gösterirdi. Ben o zamanlar yaza gelen Ramazan ayını yazları olan bir şey sanıyordum. Top patlardı ve yemekler yenir, dualar edilirdi. Geceleri gelen davulcu maniler söyleyerek bizi uyandırır, harçlığını alır ve giderdi. Dedemle bayram sabahları Bayramcık denilen yerde yüzlerce kişi ile açık hava bayram namazına gitmekse hayatımın en güzel zamanlarından olurdu. Hülasa Anadolu bana pek çokları gibi dedesinin kucağında milletimin dilini, töresini ve dinini doğal yollardan öğretir, bu vatanın bin yıllık mirasını tevarüs edecek bir hale getiriverirdi. Dedem geceleri yıldızlı göklere bakar ve kudret derdi ben de kudret kim ki göklerde ne yapar ki diye düşünürdüm. Bahçede çamurların içinde oluşan küçük havuza düşen karıncaları bana çıkarttırırdı. Yıllar sonra N. Topçu'nun yazdığı İki büyük âlem beni kendine hayran bırakıyor: Üstümdeki yıldızlı kâinat ve içimdeki vicdan.” tespitlerini okuduğumda dedem ve onla arz ettiğim yaşadıklarımız geldi aklıma. Meğer kudret derken o kâinat ve var edicisine seslenir, karıncaları kurtarırken de vicdanıma antrenman yaptırırmış. Bu anlattıklarım eminim pek çoklarının hatırlarında dokunup kendi özelindeki hikâyelerini gözlerinde canlandırıvermiştir. Vatanın toprağı, göğü, yeşili, alı insana bir şeyler veremememmişse, ruh bunlarla terbiye olmaya, tabii olanla şekillenmeye başlamamışsa betonların arasında hakikati bulmak zor olacaktır.

 Bu vatan asırlardır bir ahlakın mekanı oldu. Hareketlerimizin metafiziği olan ahlâk ancak hakikatin Muhammedi tezahürü ile kendinden beklenen işlevi ortaya koyabilecektir. Topçu merhum, Her varlığa çevrilen sevginin bizi bize ulaştırdığı hal, hürmet durumudur. Ahlâk yapımızın ilk ve temel mayası hürmettir. Yoldaki karıncadan gökteki yıldızlara kadar hörmet içinde huzur bilinci taşıyan insanın ahlâkı bu toprakların bin yıllık mayasında kuruldu. Allah'a, Kitab'a ve insana hörmet. Nurettin Topçu Ahlâklı olmanın ilk şartı, temeli, insanın her şeyden ve dünyalardan değerli, hürmete layık olduğunu kabul etmektir. İnsan, insanlık düşmanı olmadıkça bu değerini muhafaza eder. der.  Yaratılanı yaratandan ötürü sevenlerin hayat döngüsü ve gerçeğinin ifadesi olan bu tespitler merhamet, Müslüman'ın kalbinde hiç sönmeyen ateş gibidir. Müslüman'ı başka insanlardan ayıran onlardan fazla merhametli oluşudur tespitleri ile tamamlanır.

 Üzerinden operasyonlar yapılan vatanın bu açıdan da değerini unutmadan yaşamak herkesin görevidir. Anamız vatan ve babamız tarih bizi kimliğimizin tüm renkleri ile bu vatanda yaşatıyor. Bir ailenin içinde bilinç bulan şahsiyetimiz, bir millet içinde mensubiyetleri ile tanışıyor ve liyakatiyle bunlara fayda sağlıyor. Mankurtlaşma ve perspektif despotizmlerine mahkûm olmak bu yüzden tehlikelidir. Kimlik taşlarımızı yerinden söken bu hal bizi kendine, ailesine ve milletine yabancı kılarak mahdud bir çerçevenin mahkûm zihni haline getirerek idraksizleştirir. İdraki gidenin iradesi yok olur. Bunun maddi manada merkezi beyin iken manevi merkez kalptir. Her ikisinin ahengi huzurlu ve huzurda bir kimliği mümkün kılar. Beynini ve kalbini kaybeden kendini kaybeder. Uzviyetin kafesi içinde insanlığından olur. Bu bakımdan bu vatanın taşını toprağını, ağacını böceğini, yerini göğünü çok sevelim, kucaklayalım; bir ecdad emaneti, bir varlık harikası olmanın ötesinde türkülerimiz, ağıtlarımızda ruhumuza kazınan bu vatanın bir zamanların insanlık ve irfan ocağı olduğunu, bugün de Türkiye'nin bu vizyon ve misyonla dirilişini düşünelim. Bu vatanı herhangi bir sebeple cehennem etmek isteyenler öncelikle bu ülküye ihanet etmiş olacaklardır. Malazgirt ile başlayan devran bunun davasıdır, milliyetçiliğimizin esas meselesi de budur. Hülasa vatandan ahlâka giden yolda aklımız ve ruhumuzda teşekkül eden binlerce yıllık gerçeği başımızın üstündeki gök ve ayaklarımızı taşıyan yer sessizce ama sabırla anlatmaya devam ediyor.

 Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı! Dedelerden mahrum çocuklar, AVMler içinde tanıdıkları vatanda, GDOlu büyüyorlar. Toprağı vatan yapan uzviyetimiz kadar ahlâkımızın da yurdu olmasındandır. İşte sosyal ve beşeri bilimler bu gerçeğin tahkik ve tetkik edileceği zemin olması bakımından bir ülkenin mukadderatında hayati role sahiptirler.  Tarihsel veya modern bazı kavramlara sahip olmak onlara dair doğru anlaşılan mefhumlara sahip olunduğunu göstermez; Akl/akıl kavramına sahip olmak âkil/düşünen ve bunun eylemi olan makule sahipliği, fehm kavramı bir fehm edene/anlayana ve mefhuma sahipliği, fikr/fikir kavramı da tefekkürün varlığının garantisi değildir.

 Makul mefhumlar üreten bir bilim ekolümüz, bir sosyal bilim pratiğimiz yoksa gölgesi olmayan bir nesne olmak mukadder olur. Vatan bizim için uzviyetten insaniyete giden yolun zeminidir. Bilgi/bilim-felsefe yani akl-ı selim, sanat/estetik yani zevk-i selim nihayet ahlak/ din yani kalbi selim ve doğru sosyal bilim geleneği çerçevesinde bu imkânları okuduğumuzda bize gelecek için sunacakları olacağı katidir.