22 Temmuz 2018

Yabancılaşmalarımız yahut Aynadaki Yabancıyı Hatırlamak

Lafızlarımızın mefhumunu kaybetmesi, gösterdiği manaların anlaşılamaz olması bizi onlardaki özle buluşamaz bir hale getiriyor. İnsan ve din lafızları medeniyetimiz muvacehesinde kazandıkları mefhumları temsilde bugün uzağımıza düşüyor. Buna ilave yanında daha önemli bir modern hastalığımız ise üstümüze biçilen kavramların bizim hakikatimize dair olup olmadığını düşünmeden üstümüze alıp bunlarla kendimizi düşünme ve kategorize etme hastalığımızdır. Birincisi lafzın yozlaşması ise ikincisi mankurtlaşması oluyor.

Müslüman modern zamanlarda pek çok şekilde tarif edildi, ediliyor. Bu kavramlar ve bunlardan türeyen ilkeler ve önermeler gerçekliğimizin nesnesine münasip midir? Bunu düşünüyor muyuz? Anlam prizmamızdan yansıyan hakikat günümüze mana taşıyor mu? Bu durumda aynadaki yüzüne bakıp hafızası yiten insanın kendisine yabancı biri gibi bakmasındaki vaziyet hâsıl oluyor.

Bu cümleden baktığımızda önümüzdeki ilk deli gömleği ılımlı Müslüman ve Radikal Müslüman ifadeleridir. Bunlar aynı zamanda İslam için de sıfat olarak kullanılıyorlar. Bizler kendi dünya ve hayat görüşünden uzağa düşmüş fersudeler bu iki kavram arasında laf yarıştırıyoruz. Müslümanın ılımlısı, radikali olmaz olsa olsa samimisi otantik kavramla ihlaslı olur. Müslüman muhlistir deyip bu deli saçması tartışması ve kavramlaştırmayı çöpe atamıyoruz. Dini bir içeriği siyasi bir kılıfla sunmak oryantalizmin zaferlerindendir. Kur'an'da Biz O'na muhlis kullarız, ihlâsla (gönülden) bağlananlarız.” (2/Bakara, 139) Yûsuf sûresi 24. âyetinde Hz. Yusuf için; “Şüphesiz o, ihlâslı kullarımızdandır” denilirken samimiyet kavramı Müslüman için ortaya konulur. İlahiyatçılarımız Eşari, Maturidi vs gibi ehl-i sünnet çatısı altındaki meseleleri yarıştırmak yerine esasa dair kavramları ve bunlara dair ilkeleri pratik çerçeveleri ile birlikte düşünseler, topluma takdim etseler içinde bulunduğumuz kaotik ortam belki de düzenine yürüyecektir.

Bu babda yine zahiri ve batıni meselesi bizi yaralayan ve esastan uzaklaştıran meselelerdendir. Bunun yerine ihsan kavramını getirsek ve zahir ve batının sahibi olan Allah karşısında Muhsinler olarak dursak müstakim yol olmaz mı? "Olgunlaşınca, ona (Yusuf'a) hüküm verdik ve İlim verdik. Biz, muhsinleri böyle mükâfatlandırırız." (12/22) benzeri pek çok yerde geçen bu Kur'anî kavramı geliştirmek Cibril hadisindeki "Allah'a O'nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Çünkü her ne kadar sen onu görmüyorsan da o seni muhakkak görür"  manasına göre zahir ve batınımızı düzenleyerek meseleye baksak yoldan mı çıkarız?

Nihayet bu cümleden diğer bir sorunlu kavram ikilimiz geleneksel İslam ve modernist İslam tabirleridir. Pek buna karşı İslam'ı tevhid ile anlasak da ayrılığı gidersek ve Müslüman muvahhid olandır diyerek muhlis ve muhsinlerden olmaya gayret etsek çok mu abes iş yapmış oluruz? Gelenek ve modernizm birer kültür ve siyaset kavramıdır, din ise buna mukabil kültürle beraber lakin ona tabi olmayan doğasıyla farklı bir yerde durur. Tevhid kaybı güncel Müslümanın en büyük yitiklerinden biridir.

İlahiyatçılarımız, din adına düşünenler ve bilcümle Müslümanlar alternatif kavramları olmadan kendisini tarif eden harici kavramlarla dinlerini anlamaya çalıştıkça çıkmaz daha da derinleşecektir. Türkler Kur'an ve Hz. Peygamber yolunda İslam ile irtibatlarında Ahmet Yesevî ve Yunus Emre gibi örneklerde olduğu gibi kaynağın en saf yerinden ve Türkçe'nin en arı ve durusuyla dinlerini anlamış ve yaşamışlardır. Bu küçük ve naçiz yazı haddini zorlamak ve kimseye akıl vermek sadedinde değildir. Sadece mütevazı bir düşünce egzersiziyle güncel ve büyük görünen meselelere çıkış olabilecek bir denemeyi arz ederek yolda giderken akla takılanları takdim etmektedir. Bu yolda kavramlarımıza hakiki manalarını kazandırmak yanında üretilmiş sorunlu kavramlara da kendi kaynağından alternatifler üretmek fevkalade önemlidir. Türedi ve harici adlandırmalarla kendimize baktıkça iç çekişmelerimiz derinleşmekte ve dışarıya da kendimizi anlatmamız zorlaşmaktadır. Yunus Emre Din ve Millet sorar isen şiirinde laf kalabalığı ile arz etmek istediklerimizi pek güzel anlatmıştır.

Dîn ü millet sorarısan ‘âşıklara dîn ne hâcet ‘Âşık kişi harâb olur âşık bilmez dîn diyânet 
‘Âşıklarun gönli gözi ma'şûkın isteyü gider Ayruk sûretde ne kalur kim kılısar zühd ü tâ'at 
Tâ‘at kılan uçmagıçün dîn tutmayan Tamu içün Ol ikiden fârig olur neye benzer bu işâret 
Her kim dostı severise dostdan yana gitmek gerek İşi güci dost olıcak cümle işden olur âzât Anun gibi ma'şûkanun haberini kim getürür Cebrâîl-i mürsel sıgmaz anda olıcak münâcât Sorı hisâb olmayısar dünyâ âhiret koyana Münker ü Nekir ne sorar terk olıcak cümle murâd Havf ü recâ nice gelür varlık yokluk bıragana İlm ü ‘amel sıgmaz anda ne terâzû ne hod sırat Ol kıyâmet bâzârında her bir kula baş kayısı Yûnus sen ‘âşıklarıla hîç görmeyesin kıyâmet.
Aynadaki yabancıya kendisini hatırlatan ana sütü gibi saf bu dizeler anlam arayışımıza can suyu gibi. Özün tarihi olmayıp sözde zuhura/tarihe geldiğini unutmadan hatırlamak yolda yararlı olacaktır.

Lafın fazlası sözü yormak olacaktır. Arif olan bilir, bilenlere tarife ne hacet…

Vesselam…

 Not: Kıbrıs Barış Harekâtı'nın 44. yılında şehitlerimizi rahmet ve minnetle, gazilerimizi sağlıklı ömür duası ve saygıyla anıyoruz.