Yeni ve eski mekânlar arasında…

Nisan ve mayıs yılın en canlı geçen ayları. Vakit gelince kış miskinliğinden sıyrılmış tabiat, yine uzun zamandır beklediği özgürlüğe kavuştu. Maviler canlandı.  

Mavi sükûn rengi. Durgun ve dingin. Baharın mavisinde ise biraz sarı, biraz kırmızı var. Morlara ve yeşillere kavuşan mavilerin yolculuğu bu. Hep bir elden havanın, suyun, toprağın kaynaşma yolculuğu…

Birleşmeyen renklerin manaları ise çok keskin. Kırmızı kanın, canın rengi olsa da öfke ve şiddet taşıyor. Sarı, gün rengi olsa da yangın taşıyor. Mavi ise dinlendirse de durdurulması zor bir durağanlık taşıyor. Bu üç renk birbirine ulandığında ise sonsuz çeşitte tonlara kavuşuyor. Hissettirdiklerine dair ihtimaller de sonsuzlaşıyor.

Elliot, “Türlülük, teklik kadar önemlidir.” der. Cümlenin arka planında ise bir millet tarafından yazılmış eserlerin başka milletlerle etkileşime geçtiğinde, kaynaştığında, alışverişte olduğunda ve olumlu-olumsuz geribildirim aldığında zenginleşeceği, çoğalacağı ve canlanacağı gerçeği vardır. Bu minvalde verdiği Avrupa'nın içe kapanık kültür donanımında ve dildeki tekelleşmeye dair örnekler, önem arz eder.

Yazılı eserleri taşımak kolaydır. Ama taşınmaz tarih unsurları için durum farklı. Mekânlarla ilgili tek alışveriş, teneffüs edilerek mümkündür. Başka türlü hakkı verilmez, anlaşılmaz, mukayese edilmez. İçindeki her şey, üzerine giyindiği mekânın ruhu ile anlam ve karşılık bulur.

Mekânlar, ahalisinin dilini gür sesle konuşur. Zamanla başkalaşan ahali mekândan koptukça, serüvenleri unutuldukça suskunlaşırlar.

Mekân hafızadır, ama dili unutulan hafıza dünyaya kendini kapatmış demektir.

Mekân aidiyettir. Onun dilini unutan insanların aidiyetleri de azalır, yok olur. Belirsiz ve kimliksiz yaşayışla, kaybettiklerini bilmeden hayatın içinden geçer gider.

Mekânlar kutsal ya da paha biçilemez de olsa içinden geçip gidenlerin habersizliğinden, değer bilincinin varlığından söz edilemiyor.

Onun için; bitmek tükenmek bilmeyen imar faaliyetleri yeni yeni kentler kuruyorsa da oralara ruhunu üfürecek bir geçmişten ve insan dokusundan mahrum kalıyor. Çünkü yeniliği hazmettirmeyecek kadar hızlı yapılıyorlar.

Yeni kentlerde en büyük kayıp, meskenlerin aynı “tip” olması.  İçlerini dolduranlar da aynı tür işlerde çalışan, aynı gelir seviyesinde, aynı tür mobilyalarla döşenmiş “tipik” hayatların mensupları. Günlük hırgür içinde aynı vakitlerde koşmaya başlayan ve aynı zamanda duran kalabalıklar bunlar. Çeşitlilik ve renklilikten mahrum oldukları için ağzı giderek daralan tek kişilik fanuslarda yaşayıp gidiyorlar ve en büyük korkuları da bu tekdüzeliğin kırılması ihtimali.

Tuhaf bir gerçeklik bu. İnsan hayatını düzenleyen maddi sistem, bilim kurgu filmlerindeki gelecek tasavvurlarına giderek daha fazla yaklaşıyor.

Şüphesiz bugün insanı tekleşmeye, tek başınalığa sürükleyen ve mekânları aşan akış yüzünden, hepimiz tek nüfuslu krallığımıza iten bir serüvene kapılmışız sanki. Fecaat…

Bütün bunları önce, İstanbul denilen bir yerdeki koca koca bloklar arasında gezinmek düşündürttü. Sonra, iyot kokularına karışmış kubbeli geçmiş zaman yadigârlarını ziyaret ederken tekrar düşündürttü.

İki zıt yaşantı fotoğrafının izsiz mekânlar arasındaki iz arayışıyla izsiz insanların mekân duyarsızlığını hatırlatması da tuhaftı.

Sahabilerin, kutlu yüreklerin yurt tuttuğu hazirelere ve kabristanlara baktıkça insanların tek kişilik iktidarları için vazgeçtikleri güzelliklerle yüzleşmek acıtıyordu.

İçindeyken içinde değilmiş gibi yaşamaya yeltendiğimiz bu tekdüzeliği kıracak mekân duyarlılığına ihtiyacımız var. Yaşamaya mecbur olduğumuz “tipik” mekânlardan ötesini görmeye, merak duymaya, kavramaya ve ayak bastığımız mekânların geçmiş zaman serüvenlerini bilmeye ihtiyacımız var.

Samimi selamlar, hoş kelamlar, gönlü şenlendiren ziyaretler, huzurun yakalandığı anlar hayatın tadı tuzu.

Günler günleri takip ederken kederler ve dertler sökün edip dursa da dünyaya baharlar gelmeye devam ediyor. Parlak gökyüzü arındırıyor gönül buğularını, dimağın karartılarını, buhranları.

Çok şükür…

Havanın berrak çağlayanları taşları parlatırken eskiyle yeninin kesiştiği mekânlara çağırıyor. Zaten hep onlardan birine yakında bir yerde duruyoruz.