Zaman -1: Evvel

-Ruzname; Kelime Günlüğü’nden-

 

Evvel zamanda bir meselenin çözümü ailenin büyüklerine sorulurdu. Daha büyük meselelerde yerin/yörenin akillerine başvurulurdu. Çok büyük meselelerde akiller, aksakallılar, aile büyükleri, ulema gibi hem hem ilmî hem de irfani mayadan pay almışlarca bir heyet kurulur, istişare ede ede yol bulunurdu.

Evvel zamanda habere havadis denirdi. Havadisin tantanalısı ulaştı mı kulaklara, birinci ağızdan doğrulana dek beklenir, yazı varsa yazı, söz varsa sözle delillenir ya da değillenirdi. Gerçeği yalanı çabuk açığa çıkar, hiçbir mevzu çok beklemez, bekletilmezdi. Zira ahali bilinmezliğin uğultusunu sevmezdi.

Evvel zamanda yol ve yordam gösterene mihmandar denirdi. Mihmandarın gösterdiği yoldan, tavsiye ettiği yordamdan memnun kalındı mı yol da yordam da ona sorulurdu. Kişi ya da kişiler mihmandarını kendi seçerdi. İşte ondan ötürü gösterdiği yol ve tavsiye ettiği yordam isabet etmediğinde kabahat mihmandarda değil, onu seçendeydi.

Evvel zamanda aşırı yükselen uğultu dedikoduya yorulurdu. Dedikodulara illaki yanlış yargılar karıştığı olurdu. Gürültüyü dindirmek, tartışmayı bitirmek, dargınlığı önlemek, kargaşayı gidermek için işin hakikati meydan yerine konur, adıyla sanıyla açıklanır, hakkı teslim edilirdi. O zamanlar dedikodu eğlence değildi.

Evvel zamanda bir iş olsa da olmasa da hayra yorulur, muammalardan, askıda kalmış mevzulardan, üzerine grilik çökmüş her işten Hakk’a sığınılırdı. Fitneyle fesattan yaylım ateşinden kaçar gibi kaçılırdı. Herkes bilirdi ki “Fitne başladığı yere geri döner”di.

Evvel zamanda yalancıya yalancı denmez, yanlış ve yanılgı ne ise onun üzerinden izah getirildi. Yanlışların, yanılgıların ve yanıltıcıların nice zararlarından dem vurulur, yanlışa düşenin bu düşüşü tekrarlamaması umulurdu.

Evvel zamanda kötü söze de kötü sıfata da hayat hakkı tanınmaz, kötüde ısrar edenden medet umulmaz, kötü söz sahibine iade edilirdi.

Evvel zamanda düşük seviyeli sohbetten kaçınılır, lafın gideceği yer kadar, aksi sedasının hesabı yapılır, zülfüyâra dokunmayan, incitmeyen sözler nakşedilirdi semaya. Bilinirdi ki söz uçsa da semada asılı kalır, çirkin laflar ve çirkin manzaralar çabuk hatırlanır, dimağı da dili de kırklamak gerekirdi.

Evvel zamanda terennümle temaşa vardı. Yaratılmışların güzeline güzelce serilen bakışlardan güller destelenir, kadir bilen seslerin ve sözlerin güzellerinden bülbül nağmeleri bestelenirdi. Her an güzelden haberli olmakla teskin olurdu gönüller.

Evvel zamanda tevekküle davet eden teselliler, beyhude gamları eritirdi. Faniliğin imleri yollara serilir, keder edebe hürmetinden sükûta ererdi.

Evvel zamanda lazım olan belliydi. İnsanı lüzumundan fazla olan helal nimet bile maazaallah şımartabilirdi. Rahatın ve huzurun diyeti bilinir, geciktirilmeden iade edilirdi.

Evvel zamanda kâl ile hâli birlemek için demlenirdi gönüller. Söz kalpten ayrı, kalp sözden gayrı değildi. Ne de olsa testide ne varsa dışına o sızardı.

Evvel zamanda kendinde olmayanı evirip çevirip anlatanlara yüz verilmez, aşırılmış süslü laflardan feyz umulmazdı. Öyle ayırma kayırma yoktu; bir kimsenin dediğine dönüp bakmak için yaptığından emin olmak lazımdı.