Frankofon Eğitiminin amacı neydi?
21.
yüzyılın post-modern veya Post-truth (gerçek ötesi) dönemleri içerisinde tarif
edilen globalleşmenin etkisiyle hızlı değişimlere sahne olmaktadır. Bu baş
döndürücü hızdaki değişimlerin mimarı olan küresel güçler ve aktörler yeni
soyokültürel, ekopolitik düzenleri kurgularken kullandıkları birincil ve en
etkili yolların başında eğitimin her türü gelmektedir. Tarihsel olarak
baktığımızda geçmiş yüz yıllardaki benzeri büyük değişimlerinde en önemli aracı
yine eğitim üzerinden gerçekleştirilmiştir. Emperyalizm’den sosyalizm’e,
sosyalizm’den kapitalizm’e ve kapitalizm’den globalizm’e geçiş süreci
içerisinde yine aynı şekilde 21. yy’da eğitim sistemleri içerinde nasıl bir
insan inşa edilmeli felsefesi bağlamında bir dizayn sürecini yaşamaktayız.
Çünkü eğitim sadece hayatın belirli bir döneminde belirli mekânlarla
sınırlandırılmış bir olgu olmayıp aksine hayatın her alanında ve her anında
devam edegelen kapsayıcı bir süreçtir. Bu nedenle toplumlara ve dahi zihinlere
şekil vermek isteyen devletler ve devlet üstü kuruluşlar, birlikler ve
organizasyonlar eğitimin uluslararası ilişkilerde uzun vadede çok etkili bir
yumuşak güç olduğunu kabul etmişlerdir. Bütüncül olarak bir değerlendirme
yapıldıında bu durum önemli bir vaka olarak karşımıza çıkmaktadır.
BM,
AB, OECD, UNICEF gibi devlet üstü kuruluşların yanı sıra
U.S. Agency for International Development, Canadian International Development
Research Centre (IDRC) gibi ulusal ajansalar, Ford, RAND Corporation,
Rockefeller Vakfı, CFR gibi özel kuruluşlar da eğitim üzerine ciddi
araştırmalar yapmakta ve eğitim raporları için büyük miktarda bütçeler
ayırmaktadır. Daha önceki araştırma yazımda, Etiyopya’nın genel ülke
tanıtımıyla birlikte eğitim sisteminin detaylı olarak incelenmesi üzerine
analiz raporumu da sunmuştum, diğer bir bakımdan da Anglo–Sakson kültürü
etkisinde olan bir eğitim sistemine yönelik örneklik teşkil etmekteydi.
Bu
yazıda ise Frankafon kültürü etkisinde şekillenen eğitim sistemi örnekleri
üzerinden analiz ve değerlendirmelerimi sizlerle paylaşacağım. Öncelikle kısaca
eğitim gördüğüm sürece değinmek isterim. Çünkü Fransız eğitim sistemiyle ilk
tanışmam, iş adamı Jak Kamhi tarafından kurulan Profilo lisesinde başladı.
Fransızca eğitim aldığım lisede, Fransız kültürünü de yakından tanımaya
başlamıştım. Bazı dönemlerde diğer Fransızca eğitim veren liselerle de çeşitli
sportif turnuvalar ve kültürel aktivitelerle bir araya gelinmekteydi. Lise
öğrenimim sürecinde çok sayıda öğretmenimiz oldu her birinden farklı ilimler
öğrendik, fakat benim için ayrı bir yere sahip olan entelektüel, sanatsal,
bilgi ve birikimi çok yüksek olan Fransızca öğretmenim, İdil hocamızın özverili
çabalarıyla o dönemdeki ve sonraki dönemlerdeki yabancı eğitimi alt yapımın
oluşturulması bakımından çok emeği olmuştur. Bu vesileyle de kendisine çok
teşekkür ederim. Üniversite eğitimini de lisede oluşan sağlam dil alt yapısı
sayesinde yine Fransızca olarak tamamlamıştım. Şimdi lokal ya da şahsi eğitim
sürecindeki olumlu veya olumsuz deneyimlerden ziyade konun aslına dönüp, büyük
resme bakacak olursak kaşımıza bambaşka bir tablonun çıktığını da görebiliriz.
Fransa çeşitli stratejik hedeflerini gerçekleştirmek, Fransızcayı yaymak,
kültürünü yerleştirmek ve hegomonyasını güçlendirmek uğruna başta eski Afrika
sömürge kolonileri olmak üzere buradaki nesillerin eğitimini uzun yıllar
boyunca nasıl berbat ettiği Avrupalı entelektüel düşünürler itiraf etmektedir.
Bunlardan bir tanesine örnek olması bakımından önemli olduğunu düşündüğüm ve
sizler için çevirisini yaptığım, Sasha Alyson görüşlerini sizinle paylaşmak
istiyorum. Alyson şöyle diyor; Tarihçiler, sona erdikten bir
asır sonra, genellikle Birinci Dünya Savaşı’nın bir emperyalizm vakası olduğu
konusunda hemfikirdirler. Ancak o sırada kazananlar zaferlerinin tadını çıkarmak
istediler. Versay Antlaşması yalnızca kazananların dillerinde Fransızca ve
İngilizce yazılmıştır. Kaybeden Almanya da koşullar hakkında söz söyleyebilecek
pek bir şey yapamadı. Kazananlar bunu şöyle açıkladı: Kötü köpek
kolonilerini kaybetti ve yerdeki pisliği yalamak zorunda
kaldı. Alsace-Lorraine bölgesi Fransa’ya geri döndü. Fransa da Saar
bölgesini ve kömür madenlerini istemişti, ancak bu madenlerden çıkarılan on beş
yıla razı olmak zorunda kaldı. Almanya’nın aşağılanması, ancak yirmi yıl
sonra başka bir dünya savaşına yol açtı. Ancak Fransa da biraz aşağılanma
hissetti. Nedenini görebiliyor musun? Cevap: İlk defa, önemli bir Batı
diplomatik belgesinde Fransızca’nın yanı sıra İngilizce de kullanıldı. Quelle
Horreur! (Bu, “Ne kadar korkunç! Afrika’daki bazı çocukları
cezalandıralım” anlamına geliyor.) O zamana kadar Fransızlar, Avrupa
diplomasisinde tartışmasız bir üstünlük sağladı. Fransızca, anlaşmaların
resmi diliydi, hatta 19. yüzyıl Rusya’sının mahkeme diliydi.
Frankofoni
Peşinde !..
Amerikan
Yüzyılı başlamıştı ve Fransızlar düşüşe geçti. Ancak diğer tüm ulusların aksine
Fransa, ruhunun hem ulusal dilini korumayı hem de Frankofoni olarak bilinen
bölgeye yaymayı gerektirdiğine inanıyordu. Fransa’nın dilini destekleme
konusundaki gayreti, BM’nin iki “resmi” dili seçiminde ortaya çıkıyor:
İngilizce ve Fransızca. Böyle şeyler diplomaside basitçe olmaz elbette ve kol
bükmeyi yapan bu konuda Almanya değildi. Ancak Fransa’nın bu yoğun baskıcı dil
milliyetçisi tutumları ve çabalarına rağmen bile Fransızca küresel sahneden
kayıyordu, İleride daha fazla tehlikeyle karşı karşıya kalacaktı. II. Dünya
Savaşı’ndan sonraki yirmi yılda, sömürgeleştirilen Afrika ve Asya’nın çoğu
bağımsızlık kazandı. Bu yeni ulusların çoğunun elli veya daha fazla yerel dili
vardı. Sömürge yöneticileri, ulusal dil olarak kendi dillerini empoze
etmişlerdi ancak günlük bazda, sakinlerin çoğu atalarının dilinde sohbet etmeye
devam etti. Bağımsızlıktan sonra, her ülkenin bir lingua franca’ya ihtiyacı
vardı yada sadece öyle olması isteniyordu. Tüm vatandaşlar tarafından konuşulan
ulusal ortak bir dil seçilmeliydi. Afrika’da ülkeler Swahili’yi seçti. Daha sık
olarak, eski hükümdarlarının diliyle devam etmek daha uygun oldu. Bu,
Fransa’ya, Moskova’dan ziyade Mali salonlarında konuşulmasına rağmen, bir dünya
dili olarak tanınması için bir fırsat sundu. Fransız yardımı, Fransa’nın eski
Afrika kolonilerindeki okullara birincil fon sağladı ve Fransa bu dayanağı
acımasızca kullandı. 1980’lerde öğrencilere Fransızca öğretilmesinde ısrar
etti. Bu dönemin akademisyenlerinden Ericka A.Albaugh şöyle yazıyor: “[Fransa’nın]
Afrika okullarındaki yalnızca Fransız eğitim politikası, kolonilerinin
bağımsızlığından sonra bile müzakere edilemezdi. Fransa bu çabaya yardımcı
olmak için sürekli olarak kaynaklar, teknik yardım ve öğretmenler sağlamıştı.
“(1)
1985
yılında 11.000 Fransız öğretmeni, Fransızca eğitimini desteklemek için yardım
fonlarıyla birlikte Afrika’ya gönderildi. Ama işe yaramıyordu; eski
kolonilerdeki akıcı Fransızca konuşanların sayısı düşmeye devam etti.
Afrika’daki çocuklara anlamadıkları Fransızca öğretiliyordu, bu yüzden hiçbir
yeni ders veya bilgi öğrenmiyorlardı. Fransız hükümeti dışında herkes bunun işe
yaramadığını görebiliyordu. Batı Afrika’dan Amerikalı bir psikolog, lise
öğretmenlerinin “Fransızca öğretiminin sanat ve fen bilimlerindeki öğretimi
için çok az yer kaldığını söyledi: çünkü öğrencilerin bu konulardaki düşük
performansı, bu yabancı dile yeterince hakim olmamalarının sonucuydu. Ana dilde
eğitim ilk önce gelmeli ve önce kalmalıydı, sonrasında yabancı bir dil
öğretilmeliydi.”(2)
Sonunda
geç kalınmışta olsa, Paris kendini ayağından vurduğunu fark etti. Bu yöntem,
Fransızcayı yaymanın etkili bir yolu değildi! Eğitimcilerin onlarca yıldır
söylediği gibi çocuklara önce ana dillerinde eğitim verilmeliydi.Eğitimciler
Fransızcanın bu şekilde öğretilmesinin mümkün olmadığını aksi yöntemleri
uygulamanın, işeri daha zor ve karmaşık hale sokacağını savunuyorlardı. Fransız
dilinin sömürge kolonilerinin “ana dili” gibi olması fikri imkansız bir
hayaldi.
Fransa,
1989 ve 1990’da yaşanan acı tecrübelerden neticesinde aniden anadil
politikasına geçti. Ancak Albaugh’un da dediği gibi: “Yerli dillerin
eğitimdeki yerine ilişkin açık taviz, aslında Afrikalı öğrencilerin Fransızca
öğrenmelerini kolaylaştırmanın bir yoludur.” Fransız sömürgeciliğinin bu
kalıntısı, eski koloniler üzerinde uzun süreli dramatik bir etkiye
sahipti. On altı yıl sonra bir UNESCO raporu, dünyanın en düşük yetişkin
okuryazarlık oranlarına sahip beş ülkeyi listeledi. Beşi de Afrika’daki
eski Fransız kolonileriydi ve Fransızcayı resmi dil olarak kullanıyorlardı. (3)
Bu durum, Fransız devletinin sömürgeci hedefleri ve çıkarları için eğitim yardımlarının nasıl manipüle edildiğinin bir örneğidir. Ulusal çıkarların yardım endüstrisine nasıl görünmez ama derinlemesine nüfuz ettiğini gösteriyor. Fransız “yardımı”, eski kolonilerindeki çocuklar için eğitimi daha kötü hale getirmek için 11.000 Fransız öğretmene para ödüyordu.
Fransız eğitim
yardımının etkileri tartışmalarında bahsedilen eski sömürge ülkelerine eğitim
kalitesinin daha iyi mi, yoksa kötü mü olduğuna dair verileri gözden
geçirdiğinizde büyük ölçüde başarısızlıkla dolu olan veriler ve ciltler dolusu
yığınla akademik çalışmanın olduğu gerçeği karşınıza çıkmaktadır. Sözüm ona
Fransız dilinin koruyucuları kendilerini güvensiz hissettikleri için Afrika’da
uzun yıllar eğitim süreçlerinden geçen nesilleri, çocukları kendi sömürge
hedefleri uğruna heba etmiştir. Çünkü amaç başkaydı, kaybolan nesiler, geçen
yıllar ve yok olan hayaller içerisinde Afrika insanı Fransa tarafından
sürdürülebilir ve sistematik bir sömürgeye eğitimi alet ederek kullanmaktaydı.
Fransa, Afrika’da ve diğer eğitim kurumu açtıkları başka bölgelerde aynı
anlayışlarını sürdürmekteydi. Fransa, Frankofon bölgelerde kurulan eğitim
sistemleri içerisinde kültürel olarak kendilerine benzettikleri ve zeki olarak
gördüklerini de beyin göçüne tabi tutarak, ayrı bir sömürgeye tabi tutmaktaydı.
Kısacası Fransa insanları elekten geçiren bir sistem kurmuştu, “çürük” olarak
gördüklerini sistemin dışına itiyor ve bu bölgelerin istikrarsızlaşmasında,
kalkınamamasının engellenmesinde kullanıyor, “sağlam” olarak gördüklerini kendi
menfaat ve çıkarlarında kullanarak kendi sömürge hedeflerindeki devamlılığın
sürdürülmesini sağlıyordu. Fakat, çürük veya sağlam gibi eleme sistemine tabi
tutulanlar meyve değildi ve insandı.
Diplomatik arenalarda
her fırsatta insanlığa medeniyet dersi vermeye çalışan Fransa, sömürgeci
geçmişini gizlemek için “geri kalmış ülkeler” (Fransa’nın sömürgeleştirdiği
ülkeler) diye tarif ettiği bölgelerin eğitim aracılığıyla kalkınmalarına
yardımcı olma gibi görüşler öne sürmektedir. Somut olan bilimsel verilerde
göstermektedir ki Fransa, geçmişte ve günümüzde her daim kendi kalkınmasına ve
sömürgeci düzeninin devamlılığına yönelik çalışmaktadır. Fransa var olan
zenginliğinin kaynağını çok iyi bildiğinden ötürü bunu kaybetmemek için
bölgesel krizler çıkarmayı, savaşmayı her daim göze almıştır.
“Gelişmiş ülkeler
dünyanın geri kalanının kalkınmasıyla ilgilenmiyor.”
—Yash Tandon,
Uganda’nın uzun süre ticaret müzakerecisi, “Ticaret Savaştır” adlı kitabından.
Dünyaya bir bütün olarak sahip olma ve insanları tek bir merkezden
idare etme fikri yeni bir fikir değildi. Antik dönemlerden itibaren
özellikle de Hıristiyanlığın resmi devlet dini olmasıyla birlikte güç
odaklarının bahusus imparatorlukların böyle bir vizyonları olmuştur.
Söz konusu
vizyonlarını hayata geçirmek için çeşitli vasıtalara başvurulmuştur. Bu
vasıtaların başında öncelikli olarak işgal politikaları gelmekle birlikte
moderniteyle birlikte işgalin mahiyetinde değişikliğe gidilerek “kültürel
işgal”, ‘ekonomik işgal’, ‘Siyasi işgal’ diye yeni savaş yöntemleri
geliştirilmiştir. Beyaz Adam’ın vazifesi diye de nitelendirilen ve
esasında ilkel, yabani olarak tanımlanan(4[1])coğrafyaların medenileştirilmesinin
amaçlandığı bu işgal politikaları üçüncü dünya ülkelerinin dogmatik
uykularından uyanmasıyla kılıf değiştirerek farklı biçimler şeklinde kendisini
göstermeye başladı. İşgal edilmesi hedeflenen ülkelerde batının değerlerini
temsil edecek olan yeni bir sınıf yaratılarak, “yapay elit sınıf” üzerinden
kültürel işgal politikalarına devam edildi. (Marks’ın Hegel’in Hukuk
Felsefesinin Eleştirisi, İstanbul 1997)
Ülkelerin eğitim
sistemlerindeki dizayn süreçlerine post-pozitivist bir yaklaşım çerçevesinde
uluslararası ilişkilerin güç mücadeleleri bağlamında farklı bir bakış açısıyla
baktığımızda hemonya sahibi büyük devletler tahakkümleri altına almak
istedikleri ülkelerin eğitim sistemlerini gerek yumuşak güç unsurlarıyla
gereksede ekonomik ve diğer yaptırım imkanlarını kullanmak suretiyle az
gelişmiş ülklerin eğitim sistemlerinde manüpülasyonlar oluşturmak suretiyle
insan kaynağını etkili ve verimli kullanılmasını önlemektedir.
Genel olarak
sömürgeciliğin yoğun yaşanmış olduğu hala daha sosyokültürel, ekopolitik birçok
alanda derin etkisi bulunan Afrika kıtasındaki bir çok ülkede
gözlemlenebilmektedir. En son yayınladığım araştırmadaki verileri Etiyopya
örneği üzerinden tüme varım yöntemiyle eleştirel bir bakışla tartıştığımızda
yetersiz olan ülke eğitim sistemlerinin beyin göçünü hızlandırdığı,
uluslararası yabancı ülke özel okulların varlığını arttırdığı dolayısıyla bu
ülkelerin etki, lobi ve yönlendirme güçlerine süreklilik kazandırmasının
yanısıra kalıtsal bir temel oluşturduğunu analizine ulaşılmıştı. Frankofon
veya Anglo–Sakson eğitim
anlayışına yönelik olarak gerçekleştirmiş olduğum iki araştırmanın karşılaştırılmasında,
eldeki veriler ve kaynak bilgilerden yala çıkarak net bir biçimde eğitim
sistemleri aracılığıyla sürdürülebilir, sistematik, bir sömürgeleştirmenin ve
bunun devamlılığının sağlandığı sonuçuna ulaşılabilmektedir.
Böyle
bir tanımlama da yine batılılar tarafından yapılmış ve epistemolojik temelden
yoksun tamamen ideolojik nitelik arz etmektedir. Beyaz Adam’ın vazifeleri
nosyonunun çıkış yeri olarak özellikle Hegel’in Tarih
Felsefesi’ne ve Marks’ın Hegel’in Felsefesi Üzerine yazdığı
yorumlara müracaat edilebilir.
Günümüze gelindiğinde
ise sömürge düzeni bakımından araç ve yöntemler bağlamında değişiklikler olsa
da özü itibariyle pekte büyük değişimlerin olmadığını görülmektedir. Dünya
üzerinde hegemonya kurmak isteyen güç odaklarının bu misyonlarını
gerçekleştirebilmek için verdikleri uğraşlar politikadan ekonomiye,
teknolojiden güvenlik meselelerine dair geniş yelpazede bir dizi gelişim ve
dönüşümlerin yaşanmasına yol açtı. Bütün bu alanlarda yaşanan gelişim ve
dönüşümlerin tamamı küreselleşme başlığı altında kavramsallaştırılarak dünyanın
küçük bir köy haline getirilmesi planlandı. Çeşitli güç odaklarının dünya
üzerinde hegemonya kurma hayallerini kamufle etmeye yarayan kürselleşme
nosyonu, uluslararası para akışının elit bir azınlıkça idare edilmesi işini
meşrulaştırmakla birlikte, ulus devletin vatandaşlarının devletlerine olan
aidiyet bağlarının giderek kopmasına da vesile oldu. Bu sürece eşgüdümlü olarak
ise para akışı ve kredi dolaşımı üzerinde kontrol merkezinde eksen kayması yaşandı.
Böyle bir eksen kayması kürselleşmenin ekonomik sonuçlarının çok daha somut bir
şekilde görünmesini sağladı.
Klasik elitizm
kavramının önde gelen isimlerinden Vilfredo Pareto’nun seçkinlerin yükselişi ve
düşüşü eserlerinde yukarıda belirtiğimiz sömürgecilik arka planı ve bilinç
altına uygun olarak haklı bir gerekçeyle ekopotik bakımdan eğitim sistemlerinin
kontrol altında tutulmasının son derece önemli bir toplumsal yönetim aracı
olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Bu bağlamda Afrika’daki az gelişmiş veya
diğer kıtalardaki gelişmekte olan ülkelerin eğitim sistemlerinde benzeri
durumları olması çok muhtemeldir.
Etiyopya’nın son 30
yıllındaki ekopolitik yaşanan sorunlarını ve çözüm yollarını derinlemesine
incelediğimizde Afrika’da önemli bir jeostratejik konuma sahip olmasıyla birçok
hegomonik devletin güç ve menfaat mücadelesi verdiği bir bölge olarak karşımıza
çıkmaktadır. Eğitim sistemindeki problemler ve bu alandaki kültürel dışa
bağımlıklar sorunların çözümünü, ülkenin refahın artmasının önünde en önemli engellerin
başında gelmektedir. Dünya ekonomiden, tüketim alışkanlıklarına, teknolojiye,
lezzetten giyime, kavramlardan düşünce formlarına kadar her alanı eğitimin
sunduğu imkânlar ile dönüştürme, değiştirme fırsatı buluyor. Birçok dünya
ülkesi kısa sürelerde değişen yönetimler, geleneği olmayan sistemler ile
yönetilmektedir. Bu durum maruz kaldığı küresel zihni, eğitim emperyalizmini
anlamasına da engel oluyor. Eğitim uzun bir süreci kapsaması ve direkt maruz
kalınmadığı için fark edilmesi güç bir küreselliğe sahiptir. Eğitimi küresel
ölçekte gerçekleştiren güçler ve markalar milletlerin kimliğine ve
geleneklerine karşı yeni post-modern kimlikler ve düşünce formları sunmaktadır.
Bu post-modern küresel insan uluslararası programlar, sertifika programları, değerler
eğitimi gibi formlarla kendini göstermektedir.
Türkiye’nin tarihsel,
ilmi, kültürel ve felsefi birikimi insanlığın evrensel kıymetlerini kapsayan
milletleri kendi öz kimlikleriyle koruyup ve geliştirecek bir programı üretme
imkânı vermektedir. Yeni bir eğitim anlayışı, güçlü bir eğitim markası ve
Türkiye’nin evrensel mesajını taşıyıcı bir modeli inşa edebilir. İnsanın
insanla, insanın Yaratıcısıyla, insanın eşyayla ve insanın tabiatla irtibatının
sahih varlık, doğru bilgi ve geçerli bir metodolojiyle sağlandığı bir eğitim
programı tüm insanlığın ve Türkiye eğitim sisteminde faydasına sunulabilir.
Aksi halde ise karşı karşıya kaldığımız IB, IGCSE, ABİTUR, MATURA, PEARSON vb.
evrensel bir form şeklinde sunulan programlar geleceğimizi post-modern yeni küresel
sömürge sistemine uygun hale dönüştüren bir dip dalga olarak olumsuz yönde
şekillendirebilir.
Kaynaklar
Afrika’da Devlet
İnşası ve Çok Dilli Eğitim, Ericka A. Albaugh. Cambridge University
Press, New York, 2014.
When the Mind Hears: A
History of the Deaf, by Harlan Lane. Random House, New York, 1984.
Herkes İçin Eğitim Küresel İzleme Raporu, UNESCO,
2006, sayfa 203. Tablonun yanında büyük yazıyla “Ana dilde ilk öğrenmenin
bilişsel, psikolojik ve pedagojik avantajları vardır.” İfadesi yer
almaktadır.
Hegel, Tarih Felsefesi
I, ter: Yusuf Kaplan, Külliyat Yay., İstanbul 2016.
Hegel, Tarih Felsefesi
II, ter: Doğan Barış Kılınç, Nota Bene Yay., İstanbul 2019.
Max Beer, Hegel’in
Felsefesi ve Marx’ın Tarih Anlayışı, Köprü Kitapları Yay., İstanbul 2017.
Sasha Alyson
colonialism.org/ sacrificing education on the altar of francophonie
Marks’ın Hegel’in
Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, İstanbul 1997
Pareto, V. Seçkinlerin
Yükselişi ve Düşüşü Kavramsal Bir Sosyoloji Uygulaması, çev. Merve Z. Doğan.
Ankara: Doğu Batı Yayınları. 2010
Duran, İHU 2020
Güneyli, Milim Analiz
Etiyopya Dış Politikası ve Eğitim Sistemi İncelemesi