21 Kasım 2016

Kentsel dönüşüm ve kaybedenler

“Kentsel dönüşüm gelecek, 200 bin liralık evimin değeri artacak ve 600 bin lira olacak.”

İlk başta kulağa ne kadar hoş geliyor değil mi?

Zannediyorsunuz ki:

1999'da olan Marmara depremine benzer büyük bir depremin her an İstanbul'da olabileceği korkusuyla insanlar, bir an önce kentsel dönüşümle sağlam konutlarına ulaşmak istiyorlar.

Kamu yöneticileri, vatandaşlara bir an önce hak ettikleri hizmeti vermek adına çalışıp, didinip altyapı hizmetleri tamamlanmış en güzel şehirleri yapmak istiyorlar.

Çok sevgili müteahhitler, ülkemizin her karış toprağına dünyanın en güzel binalarını dikip insanların içinde en iyi şekilde yaşamalarını istiyorlar

Bankalar, insanlara yardım ederek evlerini almalarını kolaylaştırıp onlara en uygun şartlarda borç veriyorlar.

İşin aslı hiç de öyle değil tabii ki.

Her şeyden önce “Kentsel Dönüşüm” adı itibarıyla yanlışlarla dolu.

Birincisi; bizim ait olduğumuz kültürün, kent kavramının olduğu kültür ile hiçbir alakası bulunmamaktadır. Kent dediğiniz soğuk ve ruhsuzdur, kapitalisttir, cani ve gaddardır. Tüketir, yok eder, siler; eskiyi, güzeli, insani olanı, komşuyu, akrabayı, selamı ve yardımlaşmayı…

İkincisi; dönüşüm kelimesi pozitif ya da negatif bir mana içermiyor ve öznesi belli değil. Söz konusu dönüşüm, neye doğru ve kim tarafından gerçekleştirilecek belli değil. Tamamıyla popülist bir kavram. İçinde pragmatist, oportünist ve hatta makyavelist unsurlar vardır.  Kısacası bir kandırmaca yani. Kim, neyi, niçin, kimin adına dönüştürüyor? Amacı nedir? Nasıl bir sonuca ulaştıracak evlerimizi belli değil.

Siz inanmayın o renkli paftalardaki Temmuz güneşiyle aydınlatılmış bahçelere, parklara, uzaylılar yapmış gibi modern büyük kütleli yapılara.

Her şeyin güllük gülistanlık olduğu tanıtım videolarına. Uçan kuşlar, gezdirilen köpekler, koşan çocuklar...

İnanın hepsi ama hepsi sahte bir rüya.

Şimdi anlatalım:

Kentsel dönüşüm; herhangi bir arsa ya da bina topluluğunun bir şekilde tek bir irade elinde toplanması sonucunda, herkese verilmeyen imar artışı ile ortaya çıkan yeni yapılacak inşaat alanının satışından elde edilecek gelir ile binaların yenilenmesidir. Bu işlerin tamamında banka kredisi kullanılır. Çünkü mevcut para kapitalist sistemde hiçbir zaman yetmez ve alımda, satımda, inşaat esnasında hep banka işlemi vardır. Dolayısıyla esas sorun sadece faizlerin yüksek olması değildir. Her işlemde banka ve faizin olmasıyla birlikte, işlerin olması gerekenden daha büyük hamleler ve teknolojiler kullanılarak yapılmasıyla zorlaştırılması, esas zorluğu oluşturmaktadır.

Dolayısıyla işin içinde haksız imar artışı, banka, faiz, çıkar çatışması, yüksek kâr hırsı vb. bir sürü şey vardır. Tüm işlemleri ve reklamasyonu, değer artışının iyiliği ve güzelliği üzerine kurup en son kertede daire fiyatlarının düşürülmesi için banka faizlerini düşürmeye çalışmak da tam bir çıkmazdır aslında.

Oysaki: 

Yaşadığımız, sığındığımız, içinde huzur bulduğumuz, en özel anlarımızı yaşadığımız yerlerdir evlerimiz. Evlerimiz; konut, rezidans, gayrimenkul değildir. Değeri artınca sevineceğimiz bir rant aracı hiç değildir. Değeri artınca sattığımız evimizde, hatıralarımız ve duygularımız da satılmış olur. Bankaya ipotek ettiğimiz evimizin kredisini, şartlarımız bozulduğunda ödeyemediğimizde o ev bize zindan olur.

Ayrıca evlerimiz sadece betonarme olmak zorunda değildir. Beton çok ağır bir kütledir. Deprem olduğunda o ağır kütlenin altında bedenlerimiz eziliyor, aynı banka borcu altında ezildiğimiz gibi.

Rezidansların dışında yaşayanlar çok mu tehlikeli ki, bizi yakalamasınlar diye rezidansların etrafını yüksek duvarlarla çeviriyoruz? Bu nasıl bir ayırımdır?

Değeri arttığında satılan dairemizi alan da aynı ülkenin vatandaşı... Birinin oğlu, öbürünün kardeşi... Yabancılar alıyor derseniz; birincisi toplam alımın ne kadarı? İkincisi yabancılar alıyor diye yaptığımız kentler içinden çıkılmaz halde. İstanbul artık doğru örnekliğini de kaybetti maalesef. Bugün Konya, Kayseri, Gaziantep vb. şehirler İstanbul'a benzemek istiyor. Sevdiğimiz İstanbul'a değil, sevmediğimiz İstanbul'a.

Kimse size 1990 model eski, külüstür arabanızın yerine son model sıfır bir araba vermezken; nasıl olur da eski, kaçak, ruhsatsız, hatta ilk depremde başınıza yıkılacak bir ev yerine size yeni bir daire verir?

Allah rızası için bir kere düşünün.

Müteahhit size niye yeni bir daire verir? Banka size niye faizli kredi verir? Belediye mevcut imarı niye artırır? Bu imar artışı herkese niye verilmez? Ev kadar temel ihtiyacımız olan ekmeğin fiyatı artsa bu kadar sevinir miyiz? 30 katlı bir rezidansta yerden yaklaşık 90 metre yukarıda bir çocuk nasıl yetiştirilir? Yan tarafınızda ya da üst katınızdaki 1+0 daire ne işe yarar? Kredi borcunuzu ödeyemediğinizde banka size nasıl davranır? Faiz haram değil mi? Bizim dedelerimizin ve ninelerimizin yaptığını biz niye yapamıyoruz acaba? İnsanlar eskiden evlerini yerel imkânları ve kendi emekleri ile yapabilirken ne oldu da şu an evlerimizi kolay ve uygun bir tarzda inşa edemiyoruz? Betonarme tek inşa yöntemi midir ve illa gerekli midir? Herhangi bir şirketin adını ve bilmem kaçıncı proje numarasını taşıyan bir sitede oturmak nasıl bir şeydir? Adı; city, garden, tower, central, princess, vb. olan bir rezidansta nasıl huzurlu olunur, komşuluk nasıl yapılır? O rezidanslarda hiç cami ya da mescit var mıdır acaba? Rant arzusuna daha hangi geleneğimizi ya da değerimizi feda edeceğiz? Dünyanın gelişmiş ülkelerinde insanların % 85'i ahşap ve bahçeli evlerde otururken bizim neyimiz eksik?  

Söz çok, örnek fazla.

Kısaca;

Kentsel dönüşüm bir rantsal dönüşümdür.

Kentsel dönüşüm bir saadet zinciridir.

Kentsel dönüşümle ekonomimiz finansal olarak, insanımız biyolojik ve ruhsal olarak, şehirlerimiz ise fiziksel olarak kanser edilmektedir.

Kentsel dönüşümle en net şekilde kaybeden; insanımızdır, ekonomimizdir, şehirlerimiz ve kültürümüzdür.

En net şekilde kazanan, faizci bankalar ve para baronu müteahhitlerdir.