Kütüphane

-Ruzname; Kelime Günlüğü'nden-

Kütüphaneyi bir bina olarak tanımlama eğilimindeyiz. Hiç değilse birkaç kitabın bir araya gelerek küçücük de olsa bir kütüphane meydana getirebildiği fikri yerleşmemiş bizde. Birkaç kitap belki ufacık bir topluluk olabilirse de hususi tahsis edilmiş bir alanla kütüphane olarak anılmaya değer hâle gelir. Bu da kitaba özel zaman ve mekân algısını getirir, kıymete değer kitapların kıymetli yerlerde muhafaza edilmesi düşüncesi yerleşir, okumak için ayrılan zamanın da kıymeti anlaşılır.

Ancak böyle bir çabadan genelimiz yoksundur.

Geçmişimiz aksini söylese de inancımızda baş tacı edilse de kütüphanesisizdir.

Evvelinde bir kimsenin ilimbilirliği kitaplığındaki kitaplardan sorulurken, kitaba hürmetten doğan kap sanatının akılalmaz incelikli ibretlik eserlerini müzelere doldururken pek de öyle Kuran-ı Kerim'siz, Yasin cüzsüz, ilmihalsiz, siyersiz ev bulunmazken biz yine kütüphanesisizdir.

Kitapçılardan renkleri ve ciltleri uyumluları yan yana getirme, okumuş olmak ya da daha hazini bulundurmuş olmak için kitap alma sonucu meydana gelen ve okumakla uzaktan yakından ilgisi olmayan kimi kitaplıklar yüzünden de kütüphanesisizdir.

Çocukluğumun İstanbul Suriçi'nde oturmaya gittiğimiz evlerde daha çok kütüphane vardı diye hatırlıyorum. Dar gelirliliğe rağmen görünür yere kitap dizmek, vitrin yahut raflı dolabı bulunmayan evlerde bile gömme ya da açık veya derme çatma raflara kitap dizmek, hatta ortasında kitaba özel rafları bulunduğu için “kütüphane” denilen koltuk cinsi bulundurmak son derece yaygındı. Kitabın evlerdeki görünürlüğü, o evde neler okunduğuna dair bir fikir sahibi olmanıza yol açsa da amaç böyle bir kanaat oluşturmak değil, evde yaşayanların sürekli ihtiyaç duyulan eşyalar gibi kitaplara da devamlı ve dolaysız ulaşabilmesini sağlamaktı. Genelde raflardaki kitapların yarısından çoğu okunmuş olurdu. Çocuk merakıyla karıştırmaya başladığımızda yanımıza yaklaşıp genelde, “Yaşına uygun bir kitap vereyim sana, onu oku” derlerdi. Yaşımıza uygunu yoksa, kapaklarını incelemekle oyalanırdık. Büyüklerin devamlı konuştuğu bir ikindi oturması süresi, bir dolap dolusu kitabı incelemeye yeterdi. Yaşımıza uygun olanları rica edersek ödünç veren ev sahipleri de bulunurdu. Bu yüzden hâlâ bazı kitapları, ödünç aldığım evin atmosferiyle ilişkilendiriyorum.  

Bu mütevazı, genelde mütedeyyin, dar gelirli ama kütüphaneli evlerin çocukları büyüdü. Ancak çocukların pek azının evinde kütüphaneye yer vardı. İhtiyaca binaen tutulan bazı kitapları evin dip köşelerindeki kapalı dolaplarda veya konukların kabul edilmediği odalarda tutmayı tercih ettiler. Çok kıymet verdikleri Kur'an ve dinî içerikli eserleri dahi evin işlek bir noktasındaki küçük bir dolap içinde bulundurmaktan çekindiler. Havalı porselenlerin, kristallerin, eskitme yahut lake mobilyaları ön plana çıkaracak süs eşyalarının hâkimiyetine teslim oldular. Hepsi değilse de birçoğunun durumu böyleydi.

Oysa kütüphaneli evde büyüyen çocukların, baba evindeki kütüphaneyi azımsayıp kitaba daha geniş alanlar ayıracağına inanırdım. Bu her fırsatta hâlen, eskimemiş bir umutla bugünkü genç anne babalara söylediğim bir şeydir. Hatta evin kütüphanesinde çocuklarına özel raflar ayırmalarını ve Müslüman hassasiyetleri varsa mutlaka çocuklarına özel bir Kur'an-ı Kerim bulundurmalarını tavsiye ederim. Zira çocuk kendi dünyasını yetişkin kütüphanesinin bir parçası hissedebilirse kitapla iletişimi dolaysız devam edecektir.

Meşhur İstanbul yangınlarında, o küçük tahta evlerde ne elyazması, ne nadir ilim eserleri heba olmuştu. Sonra alfabe değişti ve bilhassa Anadolu'nun ücra evlerinde az da olsa süren okuma faaliyeti sona erdi. Şehirli ve hayatın hareketini yakından takip edenler bile cahil sayıldı. Latinize edilmiş metinlerin hazmı için onyıllar geçmesi gerekti.

Artık hem alfabeye tamamen entegre olduğumuz hatta Osmanlı Türkçesi öğrenerek gerimizde bıraktıklarımızı sahiplendiğimiz, gözden bir şeyi kaçırmak istemediğimiz, bolca kitabın basıldığı ve geçmiş onyıllara nispeten kitabın daha ucuza tedarik edildiği bir dönemi yaşıyoruz. Ancak ortalama gelirli, eğitimli ve meslek sahibi insanların birçoğunun evi, bütün bunlardan yoksun büyüdüğü baba ocağından bile daha kurak. Çünkü tek sıra rafı dolduracak kitaptan da, kitap bulundurmaya dair özenden de, okumaktan da yoksun.

Geçen yıl eğitim maksatlı ve az sayfalı kitaplar hariç, 450 milyona yakın kitap basıldığından söz ediliyor. Türkiye'nin yaklaşık her ilçesinde bir kütüphaneye ulaşılabiliyor ki büyükşehirlerde neredeyse her mahallede faydalanabileceğimiz bir kütüphane var. Gezici kütüphaneler de önemli bir boşluğu dolduruyor.

Bütün bu “kitap gelişimi”ne rağmen, dizi ve filmlerdeki evlerde kütüphane bulunmaması, kitapla haşır neşir olmada bir sıkıntıya işaret etmiyor mu? Bu kaygısızlıkta bir geçeklik payı yok mu? Önceden görüntülerin kütüphane arka planlı olması için özel çaba gösterilmesi gerektiğini, bilinç altının arka planlardan beslendiği için bu mesajın sık sık verilmesi gerektiğini düşünürdüm. Ama bakıyorum ki yüksek sesle birçok platformda dile getirilmesine rağmen, en azından “havalı” görünsün diye dahi böyle bir çabadan eser yok. Yani testinin içinde ne varsa şüphesiz dışına onu sızdırıyor. Öze yerleşmeyince de esamisi okunmuyor.

Kütüphanesizliğimize çözüm için önce kütüphanesizliğimizle yüzleşmek gerekliydi. Bu yazıdaki gayretimiz de yüzleşmeye bir parça katkı sunmaktı.

***

Künye: Kütüphane, Arapça kutub kökünden gelmekte olup kitaplık; kitap satılan dükkân, kitabevi anlamlarına gelmektedir.