18 Temmuz 2016

Kuyudan sesler!

Yaşadığımız hadiseler, sübjektif görüntüleri ardında objektif bazı gerçekleri fısıldıyorlar. Anlayan kulaklar için bu sözler idrake ve bilen gözlere çok şey gösterebilir. Kuyudan gelen sesler pek çok şey söylerken medeniyetimize dair de bazı kaotik halleri düşündürüyor.

Küreselleşen dünyanın sağladığı imkânlar kadar yol açtığı sıkıntılar da aşikâr. Bu noktada İslam bu modern kaosun ortasında kendi vakıasının ötesinde değişik itibarların kendileştirdiği yorumlarının aracı olmaktan da kurtulamıyor. Buna en çok yol açan sebeplerden biri de İslam Dünyası(?) olarak nitelenen coğrafyada yaşanan olaylardır. İslamofobik bakış ve sosyolojik ötekileştirmeler hep bu cümleden yaşadığımız garabetlerden.

Yaşadığımız coğrafya sanki terörist, darbeci ve otoriter yetiştirmekten başka insanlığa sunacak mesajı olmayan bir yer olarak bilinçli ve planlı bir şekilde tarih dışına itilmeye çalışılıyor.

Öncelikle terör meselesi. DAEŞ ve benzeri örgütlerin ortaya koyduğu manzaradan yola çıkan bir dünya aklı, İslam'ın ve Müslümanların terör üreten bir ontolojileri olduğunu başta biz olmak üzere herkese dayatmaya çalışıyorlar. Basın ve yayının küresel doğası da bu noktada sonuna kadar suiistimal ediliyor. Oryantalizm bu cümleden klasik yöntemleri yanında kendisine yeni bir sanal araç daha kazanmış bulunuyor.

Müslümanın insanlığa tek vaadi şiddet, kan ve gözyaşıdır mesajı uzun bir zamandır dünyaya verilen bir görüntü. Bu bakımdan “terör” kavramının doğasındaki o mahut mana tarih boyunca hep üretken bir fırsat olarak var olmaya devam etti. Selçuklu-Fatımi, Osmanlı-Safevi mücadelesinde Türklerin verdiği tepkiler hep bu içten içe yıpratarak “paralel süreçler” icat etme çabalarını önlemeye yönelikti. Ortaçağın da dinsel odaklı görünen siyasi asıllı durumları modern zamanlarda kültür/sekülerizm odaklı öznelerle yerini değiştirdi.

Bugün terör mezhepse, etnik, dini görünümler altında coğrafyamızın doğal bir gerçeği ve daha fenası ürettiği bir şeymiş gibi dünyaya sunuluyor. Şu anda Amerika'da bulunan ve son yaşadığımız darbenin faili olanlar da farkındalar ya da değiller ama bir terör senaryosunun verimli özneleri haline gelerek gündelik hayatta yaşattıkları münafıkça rezilliğin ötesinde medeniyet planında da kendi dünyalarına büyük bir ihanete düştüler. Orada her ne halde korunurlarsa korunsunlar dışarıdan bakan yabancı gözler askeri darbe teşebbüsçüsü Müslümanlar olarak İslam'ı bir kere daha terörle aynı cümle içinde okumaktalar. Bu vebalin millet, tarih ve Allah huzurundaki durumu ne olacaktır, erbabının vicdanına havale ediyoruz.

Darbecilik konusu. Mısır'da son yaşanan darbe ve daha öncesinde bölgemizin ve ülkemizin darbeler tarihi bu coğrafyanın kendisini “demokrasi” ile yönetme yetkinliğine sahip olmayan, ergenliğe ulaşamamış ve dolayısıyla kontrol edilmesi gereken bir yer olduğu imajını ortaya koyar. Müslümanların ontolojik zemini buna uygun değildir, Hançer, haşhaş ve Sabbahîler hep vardır bu bakımdan bu medeniyetin siyasi ve sosyal olarak dünyaya vereceği bir fayda söz konusu olamazdı.

Ülkemizde son yaşanan ve def edilen olay da mahut planlayıcıları tarafından dünyaya verdikleri zavallı görüntüyle ve gazına geldikleri lakin vefasız işbirlikçileri sayesinde darbenin bu coğrafyanın bir gerçeği olduğu mesajını yinelemelerine yol açmıştır. Siyaseten çözülemeyen kavga münafıkça yöntemlerle halledilip Türkiye'nin bir cennet haline geleceğini düşünen zihinlerin hangi zehirli bahçenin mankurtlaştıran meyvelerini yedikleri meçhulümüzdür. Lakin biliyoruz ki bu millet, Türkler hesaba gelmez bir derinliğe sahiptir. Dolayısıyla son olay medeniyetimiz adına verdiği utanç tablosuyla da son derece derin bir yaranın ucunu kanatmıştır.

Nihayet otoriterlik mevzuu. Bu coğrafyanın Osmanlı sonrası hayatının en önemli fenomenlerinden biri otoriterleşen yönetici manzaralarıdır. Mahut çevrelerin desteği ile başa getirilen liderler milletlerine merhamet etmeyi bırakın silah doğrultup darağaçlarında otoriterlik tarihlerinin kanlı sayfalarını yazmışlardır. Demokrasi ile bile başa gelse gücü ele geçiren şahısların bu toprakların ontolojik sebepleri ile otoriterleşeceği ve bunun doğal bir süreç olduğu algısı medeniyetimiz üzerine sıçratılan karanlık sulardan biridir. Bunun neticesi insanın yok olması ve İslam'ın insanlığa vereceği mesajın şiddet bağırtıları arasında yok olup gitmesidir.

İşin komik tarafı bir taraftan otoriter tipleri üreten çevreler öte taraftan zil çalarak bu Türkler eli kanlı sopalı tiplerdir, dinleri de zaten bunu ister, bunlar cennet için masum insan keserler imajının edebiyatını zevkle yapmaktan da geri durmazlar. Yaşadığımız son olay da dini görünümlü bir otoriter zihnin silah zoruyla cennet kapılarını zorlama!!! zavallılığı olarak tarihe geçti. Dünya yine Müslümanı kavga ederken, halkına ateş açarken gördü. Denilebilir ki bunu yapanların İslam'la ne alakası var; bu bizim için öyle, DAEŞ bizce terörist ama dünya nazarında cihadist İslam'ın bir tezahürüdür. Darbecilik ülkemizi bir kere daha kaosa itmeye çalıştı. Otoriter darbeci tipi bir kez daha göründü. Bu işi yapmaya çalışan hainler Türk Milletinin sinesinde bir kere daha eriyip gittiler.

Bu olayın görünen rezil manzarası ötesinde arka planına dair pek çok mesele olduğu kesin lakin zihnimize medeniyet perspektifinden yansıyan sıkıntılar şimdilik bunları düşündürdü. Asker görünümlü ihanet şebekesi konjonktürel zararı ötesinden hesabını vermesi gereken derin yaraları kanattığını da bilmeli ve millet vicdanında çoktan mahkûm olduğunu bilmelidir. Darbecileri sahaya sürenler, karşı karşıya getirildikleri insanların tavırlarından hareketle insan hakları ihlali gibi boş teranelerle başka bir tarlayı sürmeye çalışarak bir taşla birkaç kuş vurmanın derdindedirler. Battıkça batmaktadırlar. Sonuçta medeniyetimiz ve insanlık kazanmalıdır.  

Rüzgâr eser, yağmur yağar, tilkiler üşür 

Bir odun parçası aydınlatır ocağı (Sezai Karakoç)

Vesselam…